Yaşadığı bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek’i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir ”baba” gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle ”Bilge Kral” adıyla anılan Aliya İzzetbegoviç, ebediyete intikalinin yıl dönümünde ülkesinde özlemle anılıyor.
Fatih Sultan Mehmed’in 1463 yılında Bosna-Hersek’i fethi ile kısa sürede kitleler halinde İslam’ı kabul eden Boşnaklar, Osmanlı’da buldukları huzuru ve güveni Türklerin bu topraklardan 1877-78 Berlin Antlaşmasıyla çekilmesiyle kaybetti. Bu tarihten sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçası olan Bosna-Hersek, sırasıyla Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve ardından Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetleri idaresi altında kaldı. Bu idareler altında Boşnaklara yapılan zulüm ve katliamlar nedeniyle çok sayıda insan ülkesinden göç etmek zorunda kalırken, kalanları ise çok daha kötü günler bekliyordu.
Ancak Boşnaklar hiçbir zaman iki seçenekli durumlara razı gelmediler ve hep bir ”üçüncü yol” buldular. Bu üçüncü yol ise onların ayakta kalabilmesi, tarih sahnesinden silinmemesi için inançlarına ve bağımsızlıklarına sarılmaları oldu. 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve 1992-1995 yıllarındaki savaşta nüfusunun önemli kısmı katliamlara maruz kalan Boşnaklar, şimdi dünya sahnesinde tanınan bir bağımsız devletlerine ve bayraklarına sahip olmanın gururunu yaşıyor. Zor ve büyük acılar sonucu kazanılan bu özgürlüğün mimarı olarak, ”Bilge Kral” diye anılan Aliya İzzetbegoviç görülüyor.
Aliya İzzetbegoviç, 1970’li yıllarda yayımladığı ”İslam Manfiestosu (Bildirge)” ile Cezayir’den Bosna’ya, Fas’tan Endonezya’ya, Türkiye’den Pakistan’a uzanan İslam coğrafyasındaki tüm Müslümanlara hitap ediyordu. Öncelikli olarak özgürlük, İslami düşüncenin çağımızda yeniden canlandırılması ve yaygınlaştırılması, günümüz Müslümanlarının vahim durumunun iyileştirilmesi, Batı ile İslam dünyasının ilişkisi, İslam ile diğer dünya dinleri arasında bağlantı kurulması, yeni bir medeniyetin nasıl inşa edileceği gibi konuları bu bildirgesinde işleyen Aliya İzzetbegoviç, bir anda bütün dikkatleri de üzerine çekmişti.
Bosna-Hersek’in batısındaki Bosanska Kruba şehrinde 1925 yılında dünyaya gelen ve babaannesi Üsküdarlı bir Türk olan Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna’da 1943 yılında Alman Erkek Lisesi’ni bitirdi. Aliya İzzetbegoviç, II. Dünya Savaşı boyunca faşist ve Çetnik ideolojiye, daha sonra ise komünist ideoloji ve uygulamalarına karşı çıkarak Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) isimli, kolej ve üniversite öğrencilerinden oluşan, Bosnalı Müslümanları II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan biyolojik soykırımdan, savaş sonrasında ise manevi soykırımdan kurtarmak amacını güden teşkilatın kurucusu oldu.
İlk kez 1946 yılında tutuklandı ve 1949 yılına dek hapiste kaldı. İzzetbegoviç daha sonra 1970’li yıllarda kaleme aldığı ”İslam Manfifestosu” nedeniyle 12 Bosnalı aydınla birlikte 1983 yılında yargılanarak 14 yıl hapis cezası aldı.
Zor koşullarda hapis hayatını sürdüren Aliya İzzetbegoviç, 1988 yılının sonunda Yugoslavya hükümetinin ”sözlü muhalefet sebebiyle cezalandırılan bütün mahkumların serbest bırakılması” kararıyla hapisten çıktı ve “ateşten gömleği” giyme hazırlığı başlattı.
Bosnalı Müslümanların, silahsız bir şekilde savaşla yüzleştikleri II. Dünya Savaşı’nda tecrübe edilen durumun tekrarını önlemek için Aliya İzzetbegoviç, 27 Mart 1990 tarihinde Demokratik Hareket Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurdu.
Yugoslavya’yı oluşturan 6 Cumhuriyetten biri olan Bosna-Hersek’te 18 Kasım 1990 tarihinde yapılan ilk çok partili seçimlerde Aliya İzzetbegoviç’in genel başkanlığını yaptığı SDA, parlamentodaki toplam 240 milletvekilliğinden 86’sını ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin başkanlığını kazanmıştı.
Aliya İzzetbegoviç, önce Slovenya’nın ardından Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ya bağımsızlığı tercih edip bir bedel ödeyecek ya da o zamanki Yuoslavya’nın devlet başkanı olan Slobodan Miloşeviç’in ”ırkçı” yönetimi altında kalacaktı. Aliya İzzetbegoviç, bu zor durumu her zaman büyük saygı duyduğu halkının tercihine bıraktı ve 29 Şubat ile 1 Mart 1992 tarihlerinde ülkede referandum yapıldı. Halkın yüzde 63;ü referanduma katıldı ve Bosna-Hersek;in özerkliği ve bağımsızlığı lehine oy kullandı. Referandumu baz alan AB, 6 Nisanda, ABD ise 7 Nisan 1992’de Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdı.
Aynı gün, Bosnalı Sırpların siyasi lideri ve halen Lahey’deki uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanan Radovan Karadziç ile Lahey’de yargılanırken 2006 yılında ölen Miloşeviç, uluslararası arenada tanınan Bosna-Hersek’e karşı savaş başlattı.
CEHENNEME ÇEVRİLEN ÜLKEYİ DÜNYA SEYRETTİ
Hızla gelişen savaş sürecinde, Bosna-Hersek Başkanlığı, Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusunu ve savaş hükümetini kurma kararı aldı. Aliya İzzetbegoviç, 2 Mayıs 1992 günü, Başbakan Yardımcısı Zlatko Lagumdzija ve kendisinin resmi tercümanı olan kızı Sabina ile Lizbon’da yapılan barış görüşmelerinden dönerken Saraybosna Havaalanı’nda Yugoslav ordusu (JNA) askerlerince esir alındı. Ancak Bosna ordusunun başarılı operasyonları sonucu esir alınan çok sayıda Yugoslav askerine karşılık İzzetbegoviç ve beraberindekiler salıverildi.
Dünyanın gözleri önünde, ekmek sırasında, su sırasında, pazarda bulunan insanlar kitlesel şekilde katlediliyordu. Evler, camiler, tarihi eserler yıkılıyor, dünya güçleri bu olanları ancak izliyordu. En korkunç savaş günlerinde ülkesi her gün çocuklarını kaybederken, ülkesi kanlar içindeyken İzzetbegoviç, başkalarının ibadet yerlerine, sivillere, kadınlara asla dokunulmaması yönünde birliklerine emir veriyordu.
Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitza’da 8 bin insan bir gecede katledilirken Aliya İzzetbegoviç, ”dünyanın sağır ve dilsiz” haline isyan ediyor, ancak bu isyanını dışarıya ve halkına asla yansıtmıyordu.
En zor günlerinde halkının etrafında kenetlendiği ve bir ”baba” olarak gördüğü Aliya İzzetbegoviç, yaşanan olayları, “Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa;ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı;nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor” ifadeleriyle özetliyordu.
Avrupa’nın en büyük 4’üncü silahlı gücüne sahip Yugoslav ordusuna karşı 3 yıl boyunca el yapımı silahlarla direnen Bosnalıların arasında Sırplar, Hırvatlar da bulunuyordu. Bosnalılar, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Antlaşması ile devletlerini devam ettirmeyi başardı. Halkına uluslararası arenada tanınan bir devlet ve bayrak bırakan Aliya İzzetbegoviç, dünya güçleri tarafından imzalanan bu anlaşma ile bir kez daha, Bosna-Hersek’in siyasi sınırlarını korumayı başardı.
Ömrünün sonuna kadar, ülkesini, ülkesinin kurumlarını kuvvetlendirmek, mültecilerin dönüşünü sağlamak, işlenen savaş suçlarının mahkemeye taşınmasını sağlamak, daha iyi uluslararası ilişkiler kurmak ve insan haklarının yayılması için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç, sağlık durumu kötü olmasına rağmen, savaştan sonraki dört yıl boyunca da ülkenin kalkınmasına önemli katkılarda bulundu.
Sağlık durumundan dolayı, Ekim 2000’de, Bosna-Hersek başkanlığı görevinden çekilen Aliya İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003’te vefat etti. Merhum Aliya İzzetbegoviç’i hastanedeki odasında vefatından önce son ziyaret eden devlet adamı olarak ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kayıtlara girdi.
”BİLGE KRAL”DAN HALKINA TAVSİYELER
- ”Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın”
- ”Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.”
- ”Hiçkimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”
- ”Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım. Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem. Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
- ”İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu, sancağı binlerce insan taşıyor…”
- ”Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennette buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.”
***
Yaşadığı bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek’i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir “baba” gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle “Bilge Kral” adıyla anılan Aliya İzzetbegoviç, ebediyete intikalinin 7. yıl dönümünde ailesi, birlikte hapis yattığı dava arkadaşları ve halkı tarafından özlemle anılıyor.
Merhum Aliya İzzetbegoviç’in ailesi, cezaevinde yattığı dava arkadaşları, son anlarında sürekli yanında bulunan doktoru, vefatının 7. yıl dönümü nedeniyle Bilge Kral’la ilgili ilginç hatıraları ve bugüne kadar söylenmemiş konuları Anadolu Ajansı ile paylaştı.
Bağımsız bir devlet bıraktığı halkı tarafından bir “baba” olarak görülen ve çok sevilen Aliya İzzetbegoviç’in, 3 Ekimdeki seçimlerde Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Üçlü Konseyi üyeliğine seçilen oğlu Bakir İzzetbegoviç’in yanı sıra Leyla ve Sabina isimli 2 de kızı bulunuyor.
Merhum İzzetbegoviç’in Saraybosna’daki Boşnak Lisesinin müdürlüğünü yapan büyük kızı Leyla Akşamiya (60), babasının herkese çok tolerans gösteren, hoşgörülü bir kişi olduğunu belirtti.
Kendilerinin yetişme döneminde babalarının annelerine göre daha çok kendilerine tolerans gösterdiğini ve seçme hakkı tanıdığını ifade eden Akşamiya, merhum İzzetbegoviç’in kendi felsefesine göre çocuklarını yönlendirdiğini ve yetiştirdiğini belirtti.
Akşamları ailece oturup uzun uzun konuştukları günleri hiç unutmadığını belirten Akşamiya, babasının her zaman kendilerine prensip soruları sorduğunu ve ondan “yapamazsınız” kelimesini duymadıklarını kaydetti.
“Biz çok söz dinleyen çocuklar değildik, biz ona benziyorduk. Çünkü kendisi de söz dinlemezdi” diyen Leyla Akşamiya, babasıyla ilgili şunları anlattı:
“Her zaman istediği gibi hareket ederdi, düşünün 21 yaşındayken cezaevine kapatılmıştı. Çünkü belirli bir hareketi, bir düşünceyi, halkı, dünyadaki insanların iyiliği için savunmak istemişti. Müslümanlara yardım etme ihtiyacı duyuyordu. Müslümanlara yeni bir dönem getirmek istemişti: ‘Yeniden doğuş’ olarak nitelendirebiliriz, siyasetle ilgili değil de kültürel bakımdan yeniden doğuş. Bu hareketin (Genç Müslümanlar Teşkilatı) içinde 18 ile 28 yaşları arasında arkadaşları vardı. Onların çoğu öldürüldü, komünistler o zaman onların gelecek için tehlike oluşturabileceklerini düşünerek 1819 yaşındaki bu teşkilatın üyesi gençleri öldürdü. Babam ise ilk önce 3 yıl, sonra da 6 yıl kadar hapishanede kaldı. O iktidar istemedi, sadece Müslümanlar için yeni bir dönem istemişti… Müslümanların yeteri kadar Kur’an-ı Kerim okumadığını görmüştü, sadece güzel bir bez içinde sarılı olarak evlerin raflarında duruyordu. O kutsal kitabın mealinin okunmasını istiyordu. Müslümanların hayatlarını ve davranışlarını, etiği, ahlakı Kur’an-ı Kerim’e göre yönlendirmeleri gerektiğini düşünüyordu.”
Babasının felsefesinin temellerinde de Kur’an-ı Kerim’in temel öğelerinin bulunduğuna işaret eden Leyla Akşamiya, babasının vefatından sonra kullandığı Kur’an-ı Kerim’in mealini aldığını ve orada not kağıtları bulduğunu söyledi. Bu defterde kutsal kitaptan ‘kadın hakları, erkeklerin kadınlara karşı olan sorumlulukları, aile önemi, insan ilişkileri, karı koca ilişkileri, esir olanlara, azınlıklara, diğer karşı nasıl davranılması’ gerektiğine dair konuları ele alan ayetler yer aldığına dikkati çekti.
“BABAMIN ÖZ NİNESİ TÜRK’TÜ”
Leyla Akşamiya, Aliya İzzetbegoviç’in kendisiyle aynı ismi taşıyan dedesinin askerliğini İstanbul Üsküdar’da yaptığını ve orada bir Türk kızıyla evlendiğine işaret ederek, yakın akrabalarının da hem fiziken hem de karakteristik özellik bakımından Türklere çok benzediğini söyledi.
Türkiye’nin çok kuvvetli, dürüst ve duygulu bir halka sahip olduğunu vurgulayan Leyla Akşamiya, “Hiçbir zaman duygularını kaybetmediler. Sadece Müslümanlara karşı değil, doğru olan tüm insanlara karşı sempati duyuyorlar ve onlara zor zamanlarında yardımcı oluyorlar. Türk halkı belki sahip oldukları erdemin farkında bile değil. Bu erdemlerin kaynağı inançlarıdır. İstikrarlı Türk halkının temeli budur” dedi.
Rahmetli Aliye İzzetbegoviç’in en küçük kızı olan ve savaş zamanında resmi tercümanlığını da yapan Sabina Berberoviç, babasının iş hayatında kendisinden yaşça çok küçük olanlara oranla bile daha fazla enerjiye sahip olduğunu belirtti.
Babasının çalışmalarını hiçbir zaman yarım bırakmadığını anlatan Berberoviç, “Onun çok büyük bir çalışma enerjisi vardı ve gençlerden onu kimse takip edemezdi. Bu ilk olarak aklıma gelen özelliğidir” dedi.
Babasının kendilerini küçük yaşlarında ailece uzun seyahatlere götürdüğünü ve bu seyahatleri sırasında İstanbul başta olmak üzere dünyanın birçok yerini gördüklerini ifade eden Berberoviç, babalarının asla kendilerine talimatla iş yaptırmadığını kaydetti.
Sabina Berberoviç, babasıyla gece yarılarına kadar uzun süren sohbetlerini hiç unutamadığını ifade ederek, “Babam bizim düşüncemizi anlamak ve duymak için hep ortamlar oluştururdu. Ondan sonra kendi düşüncesini bize söylerdi. Asla bir şeyi empoze etmezdi. Örneklerle beraber bize nasihat verirdi. Biz de kendi fikirlerimize ekledikten sonra bir konu hakkında karar verirdik. Sadece bir defa ünlü bir insan olmanın büyük bir yük olduğunu söylemişti. Bu bir bakıma özgürlüğünü, hareket etmesini kısıtlamıştı. Çok yorulduğunda bu sözü söylemişti. Nasihati, ‘Çocuklar, mümkün olursa ünlü insan olmayın’ şeklindeydi. Ben de babamın bu sözünü dinliyorum” dedi.
Merhum İzzetbegoviç’in torunu ve savaş yıllarında yaklaşık 2 yıl annesiyle birlikte Türkiye’de yaşayan Naca Berberoviç de şu anda kitap okuma alışkanlığı bulunduğunu ve bu özelliği dedesinden edindiğini söyledi.
Dedesi vefat ettiğinde 18 yaşında olduğunu ve onu hep güler yüzü, babacan tavrıyla hatırladığını anlatan Naca Bereberoviç şöyle konuştu:
“Küçüklüğümüzde kuzenlerle beraber dedemizin evinde toplanırdık ve onunla oyunlar oynardık, ne kadar çok yaramazlık yaptıysak da o bize karşı çok sabırlıydı. O her zaman çok büyük bir hoşgörü gösterirdi, bizimle konuşurdu, bizimle oynamayı severdi ve her zaman güler yüzlüydü. Çok ciddi değildi, bizimle şakalaşmayı severdi.”
***
Bosna’da ölümünün yedinci yıldönümünde anılan eski Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’le birlikte 1983 yılındaki Saraybosna davası sonucu ”Bilge Kral”la 5 yıl hapis yatan, eski Bosna milli marşının ve Srebreniçki Inferno’nun yazarı Prof. Dr. Cemaleddin Latiç, merhum İzzetbegoviç’in herşeyden önce büyük dostu olduğunu vurguladı.
Merhum İzzetbegoviç’le 1970’li yıllarda üniversite öğrencisiyken tanıştığını belirten Latiç, ”Hayatımı, düşünce şeklimi, yönümü çok etkilemiştir. Etkisi sadece benim üzerimde olmamıştır, bizim jenerasyonu etkilemiştir” dedi.
Aliya İzzetbegoviç’le birlikte Foça’daki cezaevinde kaldığını ve orada çok büyük sıkıntılar çektiklerini belirterek, ”Bizi cezaevinde ‘siz bir devlet kuracaksınız, Aliya başkan sizler de bakan olacaksınız’ şeklinde suçluyorlardı. Aslında bizim öyle bir gayemiz yoktu, ancak cezaevinden çıktık, dedikleri gibi oradaki 13 kişinin her biri devlette önemli görevler üstlendi” dedi.
”Aliya sade bir insandı ama liderdi” diyen Latiç, ”Sonra efsane oldu ve şu anda bir efsane olarak yaşamaktadır” şeklinde konuştu.
Çok sayıda kitaba imza atan Cemalettin Latiç, ”Hatıralar” adlı yeni bir kitaba başladığını ve burada Aliya İzzetbegoviç’i ”insan, siyasetçi ve Müslüman” olarak incelediğini söyledi.
Merhum İzzetbegoviç’i sıklıkla rüyalarında gördüğünü ifade eden Latiç, ”Savaştan ve onun ölümünden sonra bu şehir (Saraybosna) bana boş geliyor, kendimi yalnız hissediyorum. Kardeşlerim öldürüldü, bazıları ecelleriyle öldü ve artık Aliya da yok. Bu şehirde sohbet, muhabbet edebileceğim çok kişi kalmadı” dedi.
Cemalettin Latiç, sözlerine şöyle devam etti: ”Bana Aliya’dan sonra gelen iki numaralı ‘milliyetçi’ diyorlar. Aliya’ya da devlet başkanı olana kadar ‘milliyetçi’ diyorlardı. Ta ki tüm dünya demokratik bir şekilde onu kabul edene kadar. Rüyalarımda onunla konuşamıyorum, söylemek istediklerim oluyor, ama onları anlatamıyorum. Bugün de devam eden hareketlerini düşünüyorum. Acaba ‘böyle mi şöyle mi yapmalıydı’ diye düşünüyorum ve onun hakkına girmekten korkuyorum. Bundan dolayı da ‘Hatıralar’ kitabımı hala bitiremiyorum. Çünkü ahirette onunla karşılaşacağımı biliyorum, adaletsiz olamam, buna hakkım yok. O siyasetçiydi, büyük adımlar atardı, acaba öyle olmak zorunda mıydılar? Bazen ‘evet’ diyorum, öyle olmalıydı. Bazı kararları kendi başına vermişti, ama siyasette bunun doğruluğunu tartamayız.”
”Aliya büyük trajedik bir kahramandır” diyen Latiç, merhum İzzetbegoviç’i Osmanlı zamanında Bosna’da uzun süre Sancak Beyliği yapan, anne tarafından Sultan II. Bayezid’in torunu olan ve Saraybosna’da çok önemli eserleri bulunan Gazi Hüsrev Bey’e çok benzettiğini belirtti.
Cemalettin Latiç, Saraybosna’nın kuşatma altında bulunduğu sırada, şiddetli kışın yaşandığı, elektriğin, suyun olmadığı bir dönemde, Başmüftü Mustafa Çeriç’in evinde toplantı yaptıklarını ve burada ”çıkış yolu”nu sordukları merhum İzzetbegoviç’in kendilerine sonuna kadar direnmekten başka bir çarelerinin bulunmadığını söylediğini kaydetti.
”ALİYA BABALARIMIZIN, DEDELERİMİZİN, DRAMIMIZIN SESİYDİ”
”Aliya babalarımızın, dedelerimizin, dramamımızın sesiydi. Halk bunun için onu çok seviyordu” diyen Cemalettin Latiç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kendi babası ve dedesinin sesiydi. Her babanın yapacağını yapmıştı. Kimsenin çizmesi altına girmek istemedik, özgürlüğü istedik. Saldırdıklarında kendimizi savunmak zorundaydık. Bunu gururlu, onurlu bir şekilde yaptık. Halkımız, çocuklarını soykırımlarda kaybeden annelerimiz hep onurluydu. Srebrenitsa soykırımı gerçekleştğinde Tuzla’ya giden annelerin yanına gitti. Anneler onu karşıladı, ‘Aliya, böyle olmalı mıydı?’ diye sordular ama onu hiç suçlamadılar. Bunun kaderimiz olduğunu biliyorlardı. Aliya savaşı istemedi, ama halkına ‘Bosna-Hersek devletini mi yoksa Sırplar’ın çizmesi altına girmeyi mi’ istediklerini sormuştu. Halk bağımsız Bosna’yı istemişti.
Babalarımızın da yapacaklarını yapmıştı. Bir çok şeyi kendisi de istememiş, ama yapmak mecburiyetindeydi. Dayton Anlaşmasını, Sırp Cumhuriyeti’ni istememişti, ama imzasını atmak zorundaydı. Barışı istiyordu, halkının biraz rahatlamasını istiyordu. O yıllarda çok düşünceli ve tedirgindi.
Bazen gece saatlerinde beni Devlet Başkanlığı binasına çağırırdı. Beni o saatte neden çağırdığını anlamıyordum. Aliya, tedirgindi, korkuyordu. Yanında birini istiyordu. Taaruz öncesi imzasını atmadan önce de beni yanında istiyordu. Ordunun Başkumandanıydı. Allah’tan savaşın bitmesini, devletini koruyabilmesini ve halkının artık huzur içinde yaşamasını diliyordu. Bir seferinde bana ‘benim yerimde olmayı ister misin?’ diye sormuştu. İmzayı onun atması gerekiyordu. Diğer odada talimatı bekleyen general vardı. İmzayı attığında biliyordu ki yarın sabah birçok askerimiz tabut içinde dönecek. Allah’tan beni böyle bir göreve getirmemesini diledim. Ona sabır ve Allah’ın emrettiği gibi hareket etmesini diledim, çünkü o göreve onu Allah getirmişti.”
”ŞEHİT OLANLAR İÇİN ÇOK ÜZÜLÜYORDU”
Önemli kararlar öncesi kendisini eski bir cezaevi ve dava arkadaşı olarak sürekli yanına çağırdığını ifade eden Cemalettin Latiç, merhum İzzetbegoviç’in özellikle şehit olanlar için çok üzüldüğünü vurguladı.
Merhum İzzetbegoviç’in Bosna’nın var olması için her şeyi yaptığını, savaşın tüm kuralsızlıklarına rağmen kurallarına uyduğunu vurgulayan Latiç, ”Kimseye masum insanları, çocukları öldürme, kadınlara tecavüz etme, başkalarının mabetlerini yıkma emri vermedi, hatta bunları durduruyordu. Askerlere aslında ahlakı, disiplini öğretiyordu. O ordunun başında Aliya olmasaydı askerlerimiz o kadar disiplinli olmazdı, çünkü ona güveniyorlardı. Bizim babamız gibiydi ve askerler babalarının sözlerini dinler gibi onu dinliyorlardı. Düşünün, annenizi, babanızı öldürüyorlar ve Aliya ‘hayır’ dediğinde siz onun sözünü dinliyorsunuz ve imkanınız olduğu halde yakınlarınızın katillerini öldürmüyorsunuz. Bu kolay bir şey değildi, bunu sadece bir otorite sahibi yapabilirdi” dedi.
Cemalettin Latiç, hastanedeyken merhum İzzetbegoviç’i ziyaretine gittiğinde, ”Herkes beni görmek istiyor, bense sadece seni soruyorum, nerdesin?” dediğini, kendisinin ise Türkiye’de olduğunu söylemesi üzerine sadece tebessüm ettiğini belirtti.
Cemalettin Latiç, konuşmasını şöyle tamamladı: ”İçini bana açmak istiyordu. Muhtemelen ölüm vaktinin geldiğini hissetmişti. Siyasetten değil de edebiyattan konuşmuştuk. Gazi Hüsrev Bey hakkında bir dram yazdığımı ve onu tiyatroya uyarlayacağımı söylemiştim. Aslında onun hakkında yazdığım bir dramdı. Aliya, Boşnak dramının kahramanıydı. Gazi Hüsrev Bey de Aliya gibi bir dram yaşamıştı, bu dram asırlardır sürüyor ve kimbilir daha ne kadar sürecek. Bu eserle Bosna’da bir Müslüman gibi yaşamanın ne kadar zor olduğu anlaşılacak. Aliya ve nesli ona düşeni yaptı, şimdi bizim neslimiz çalışmalı. Onun hakkında tarih yazacak ve eminim ki onu olumlu bir kişi olarak gösterecek, çünkü o öyleydi.”
ESKİ SAVUNMA BAKANI HASAN ÇENGİÇ
Merhum Aliya İzzetbegoviç’le birlikte 1983 yılındaki Saraybosna davasında yargılanan 12 sanıktan biri de Hasan Çengiç… Aliya İzzetbegoviç’le 5 yıl hapis yatan ve eski Bosna-Hersek Federasyonu Savunma Bakanı Hasan Çengiç, merhum İzzetbegoviç’le üniversite öğrencisi olduğu sırada tanıştığını ve kendisinden çok etkilendiğini kaydetti.
O yıllarda merhum İzzetbegoviç’le gizli gizli buluştuklarını ve onun önerdiği kitapları okuduğunu ifade eden Çengiç, ”O, sade, güçlü, mütevazı, açık, huzur verici, İslam’ı ve Batı’yı çok iyi bilen, vizyon sahibi bir beyefendiydi” dedi.
Aliya İzzetbegoviç’in 2. Dünya Savaşı yıllarında bile dünyaya ”siyah ve beyaz” olarak bakmadığını belirten Çengiç, onun dünyaya bir bütün olarak, katmanlarıyla birlikte baktığına dikkati çekti.
”O karşı dünyayı eleştirdiği gibi, kendi dünyasını da yani Müslümanları da eleştirebiliyordu” diyen Hasan Çengiç, bunun en güzel örneğinin merhum İzzetbegoviç’in 1970’li yıllarda kaleme aldığı ”İslam Manfistosu” olduğunu kaydetti.
Aliya İzzetbegoviç’le 1983 yılında meşhur Saraybosna davasında yargılanan 12 sanıktan birinin kendisi olduğunu belirterek, bu davanın ”İslam Manfifestosu” nedeniyle açıldığını, merhum İzzetbegoviç’in bu davada ”örgüt lideri” suçlamasıyla, kendilerin de ”örgüt üyesi” olarak yargılandığını dile getirdi.
Hasan Çengiç, duruşma sırasında, ilginç anların yaşandığını ifade ederek, şunları kaydetti: ”Bizler ‘İslam Manfistosu’nu o tarihe kadar bir bütün olarak okumamış ve görmemiştik. Mahkemede hakim, bizim suçlandığımız bu metnin okunmasını talep etti. Aslında hepimiz sevindik, çünkü ilk kez bu bildirgeyi dinleme fırsatı elde edecektik. Bildirgede komünist rejimi yerden yere vuran ciddi eleştiriler de bulunuyordu. Salonda herkes susmuş bunu dinliyordu, bu metni okuyan hakim ise bir taraftan salonun sıcaklığından, diğer taraftan ağır ithamları okumasından dolayı sürekli terliyor ve bu terini silmek zorunda kalıyordu.
Aynı davada sanık olarak yargılanan merhum Salih Behmen, İzzetbegoviç’in kulağına eğilerek, ‘hayatımız boyunca bu anın hayalini kurduk, unutma ki bu pahalıya mal olacak’ dedi. Gerçekten pahalıya mal oldu, merhum Aliya’ya 14 yıl, bize de 12 yıl hapis cezası verildi.”
Hasan Çengiç, bu davaya konu olan ”İslam Manifestosu”nun şu anda 10 farklı dile çevrildiğini ve dünyanın değişik yerlerinde büyük ilgiyle hala okunduğunu söyledi.
MERHUM İZZETBEGOVİÇ’İN VASİYETİ
Hasan Çengiç, Merhum Aliya İzzetbegoviç’in kendisi için bir dost ve savaş arkadaşı olduğunu, 7 yıllık ayrılık süresince onu çok özlediğini ifade ederek, şu anda yaşanan bazı sıkıntılarda, alınan kararlarda, sürekli ”Acaba Aliya hayatta olsaydı ne yapardı, bu durumdan nasıl çıkardı?” sorusunu kendisine çok sorduğunu ifade etti.
Çengiç, hayatının son dönemlerinde, ”Boşnaklar hayatta kaldı. Bosna-Hersek sağlam temeller üzerine kuruldu” diyen merhum İzzetbegoviç’in, Boşnaklar için vasiyetini ise şöyle açıkladı: ”Boşnaklar ülkelerinde kendilerini özgür hissetsinler, sadece Allah’tan korksunlar. Gururlu olsunlar, çok çalışsınlar, gerçeği konuşsunlar. Kendi çıkarlarını değil, toplumun çıkarını gözetsinler. Sadece çalışmakla kendi şereflerine uluşacaklarının bilincinde olsunlar…”
Merhum Aliya İzzetbegoviç’in entellektüel ve onurlu şahsiyetinin Boşnaklar ve Müslümanlar için bir vasiyet olduğunu da vurgulayan Çengiç, ”Sırplar ve Hırvatlar, Aliya’nın onları önemsediği kadar, Boşnakları önemseseydi, birlikte yaşama sanatının yeryüzündeki en güzel örneği bu ülke olurdu” şeklinde sözlerini tamamladı.
***
Yaşadığı bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek’i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir “baba” gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle “Bilge Kral” adıyla anılan Aliya İzzetbegoviç’in, vefatından bir gün önce kendisini ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, “Bosna’ma sahip çıkın”, “Bosna’mı koruyun” dediği bildirildi.
Aliya İzzetbegoviç, 10 Eylül 2003 tarihinde 78 yaşındayken evinde düşerek iç kanama geçirdi ve 4 kaburgası kırıldı. Bunun üzerine oğlu Bakir İzzetbegoviç, Koşove Hastanesi Ortopedi Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmet Gavrenkapetanoviç’le görüşerek, babasının durumunu iletti.
Gavrankaptanoviç, işte bu tarihten sonra 20 gün boyunca Aliya İzzetbegoviç’ten bir an olsun ayrılmadı. Gavrankaptanoviç, İzzetbegoviç’in son günlerinde tanık olduğu olayları AA muhabirine anlatırken, bir hasta olarak onu çok sabırlı ve dirayetli olarak gördüğünü ifade etti.
“Hayat ona sabrı öğretti” diyen Gavrankaptanoviç, Bakir İzzetbegoviç’in kendisini araması üzerine evine gittiği İzzetbegoviç’i yerde baygın halde bulduğunu ve hemen hastaneye kaldırdıklarını söyledi.
Bu sırada yabancı haber ajanslarının “Aliya İzzetbegoviç öldü” diye yanlış haberler geçtiğini belirten Gavrankaptanoviç, ancak iç kanama geçiren ve 4 kaburgası kırılan İzzetbegoviç’in kısa sürede müdahalelere olumlu yanıt verdiğini bildirdi.
Gavrankaptanoviç, İzzetbegoviç’i ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton’ın yanı sıra Avrupa’dan birçok yetkilinin hastanede ziyaret ettiğini, son ziyaretçisinin ise vefatından 1 gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu kaydetti.
İzzetbegoviç’in yattığı odanın çok küçük olduğunu ve ziyarete gelenlerin çokluğunu dikkate alarak onu daha büyük ve ferah bir odaya geçirmek istediklerini anlatan Gavrankaptanoviç, “Ancak merhum Aliya, o kadar mütevazıydı ki bunu kabul etmedi. Avrupa’dan ve birçok İslam ülkesinden yetkili onu kendi ülkesinde tedavi ettirmek istedi. Ancak o kendi ülkesinde tedavi olmayı her şeye tercih etti” dedi.
Gavrankaptanoviç, Aliya İzzetbegoviç’in, yanında sürekli durduğu için kendisine, “Neden sen benim yaşamam için çırpınıyorsun. Sanırım gitme zamanım geldi. O kadar uzun hayat yaşadım ki, kendimi Mısır’da firavunlar döneminde yaşamış gibi hissediyorum. Ölüme hazırım, kendini o kadar üzme” dediğini belirtti.
“BOSNA’MI KORUYUN, BOSNA’MA SAHİP ÇIKIN”
İzzetbegoviç’le kimseyi uzun süre görüştürmek istemediklerini, ancak onun “ölüm döşeğinde” bile bu görüşmeleri uzattığını ve görüşmenin ardından kendisine hitaben, “Bosna’m için bir merhale daha kat ettik” dediğini kaydetti.
Gavrankaptanoviç, Aliya İzzetbegoviç’in son nefesine kadar ülkesi için çırpındığına tanık olduğunu belirterek, hastanede en fazla oğlu Bakir İzzetbegoviç’in kendi eliyle mısır unundan yaptığı hamurlu “Pura” yemeğini yerken keyif aldığını anlattı.
İzzetbegoviç’i vefatından bir gün önce Başbakan Erdoğan’ın ziyaret ettiğine dikkati çeken Gavrankaptanoviç, bu ziyaret sırasında İzzetbegoviç’in Erdoğan’a, “Bosna’mı koruyun, Bosna’ma sahip çıkın” dediğini öğrendiğini kaydetti.
Gavrankaptanoviç, kalp hastası olan ve iç kanaması nedeniyle çok kan kaybeden Aliya İzzetbegoviç’i 78 yaşındayken 19 Ekim 2003 tarihinde bir pazar günü saat 15.00 sıralarında kaybettiklerini ifade ederek, “ÇOk hastamız oldu ve ancak o bizim özel bir hastamızdı” dedi.
ALİYA’NIN 50 YIL ÖNCE BİRLİKTE YARGILANDIĞI KADIN DAVA ARKADAŞLARI
Bosna-Hersek’te Genç Müslümanlar Teşkilatında (Mladi Müslimani) Aliya İzzetbegoviç’le 1943 yılında tanışan ve onun direktifleriyle bu teşkilatın kadın birimini oluşturan kadınlardan Safiye Solak Şilyak (85), Sıdıka Pehlivanoviç (83) ve Aziza Hacagiç (84) de hayatta kalan son “genç kadınlardan” sadece birkaçı…
Aliya İzzetbegoviç’le birlikte 1949 yılında yargılanan ve çeşitli hapis cezalarına çarptırılan bu kadınlar, o yıllarda yaşadıkları sıkıntıların bedelini şimdi bağımsız bir devlet altında sürdürmenin huzuru içerisinde olduklarını anlattı.
Safiye Solak Şilyak, merhum Aliya İzzetbegoviç’in direktifleri doğrultusunda liseli ve üniversiteli genç kızları bilinçlendirmek için 1940’lı yıllarda “gizli” olarak faaliyet yürüttüklerini ve bu faaliyetleriyle Bosna’da İslami şuuru canlandırdıklarını kaydetti.
Bunun bedelini ise genç yaşlarında hapse düşerek, ağır koşullar altında tarlalarda, inşaatlarda çalıştırılarak çektiklerini belirten Şilyak, şunları anlattı:
“O günlerden bugünlere hala nasıl sağ geldiğimizi anlamış değilim. Çünkü çok zor koşullarda 2 yıl 3 hapis yattım. 100 kişilik koğuşlarda, ahlak suçundan içeriye düşmüş kadınlarla birlikte kaldık. Sağlık koşulları çok kötüydü, su yoktu ve her gün tarlalarda köle gibi çalıştırıldık. Ancak biz o yıllarda, o koşullarda ağustos ayının en kavurucu sıcağına rağmen, yine de gizli gizli orucumuzu tuttuk, ibadetlerimizi yerine getirdik.”
Sıdıka Pehlivanoviç de Aliya İzzetbegoviç’i tanıdıktan sonra, kendini halkına ve kendi ülkesine karşı çok daha çalışmak zorunda hissettiğini belirterek, “Bunun bedeli ise 15 ay hapis ve her gün saçlarımdan çekilerek gardiyanlarca şiddete maruz kalmam oldu. Ancak çok şükür, o günlerden bugünlere geldik” dedi.
Aziza Hacagiç ise Aliya İzzetbegoviç’le birlikte yargılandığı davada 14 ay hapis cezası aldığını belirterek, “Kendimizden çok ona üzülüyorduk, ancak çok şükür ki Aliya o yıllarda hapisteydi. Çünkü o tarihlerde çok sayıda Müslüman Gençler Teşkilatı üyesi öldürüldü. Eğer o hapiste olmasaydı belki onu da öldürürlerdi” diye konuştu.
Safiye Solak Şilyak, Sıdıka Pehlivanoviç ve Aziza Hacagiç, şu anda merhum Aliya İzzetbegoviç’i çok özlediklerini, ancak bu ülkenin onun gibi liderler çıkartacağına inandıklarını sözlerine ekledi.
MERHUM ALİYA SREBRENİTSA ANNELERİNİN DE “BABASI”YDI
Srebrenitsa soykırımında kocasını, oğlunu, kız kardeşini ve akrabalarından 22 kişiyi kaybeden Srebrenitsa ve Zepa Anneleri Derneği Başkanı Munira Subaşiç de yaşanan onca acıya rağmen merhum Aliya İzzetbegoviç’i bir “baba” olarak gördüklerini ve onun varlığının kendilerine güç verdiğini söyledi.
Subaşiç, İzzetbegoviç’in daveti üzerine vefatından üç gün önce hastaneye ziyaretine gittiklerini ve doktorun en fazla yanında 20 dakika kalabileceklerini söylediğini belirterek şöyle konuştu: “Ancak merhum bizim için, ‘Annelerle görüşürken sınırlamalar olmaz’ dedi. Bizden helallik diledi. Herkesin ondan öğrenmesi gereken çok şey var. Biliyorum ki Bosna-Hersek’te bir Aliya daha dünyaya gelmeyecek. O sadece yaptığı iyiliklerle hatıralarda kalmayacak, aynı zamanda, bize, annelere, tüm iyi niyetli insanlara yaydığı merhametle de anılacak. Aliya olmasaydı Bosna-Hersek’te Müslümanlar da olmazdı. Bilmeliyiz ki yaşanan, buradaki Müslümanlara karşı hazırlanan senaryolu bir savaştı. Onun aklı, siyaseti sayesinde kendi ülkemizde kaldık. Onun yerine geçenler de hepimizin iyiliği için Aliya gibi pozitif enerji yaymalı.”
Kendilerine defalarca yemin ederek Srebrenitsa için daha fazla bir şey yapamadığını ve bu olayın İzzetbegoviç’in üzerinde büyük etkisi olduğunu belirten Subaşiç, sözlerini, “Onun yanında kendimi gururlu, mutlu, huzurlu hissediyordum. Her ne kadar o zaman da kaybettiğim yakınlarımı bulamamış, evime dönememiş olsam ve insan haklarım çiğnenmiş olsa da o yine de bize umut veriyordu. Çok söz vermiyordu, ama umudu aşılıyordu” diye tamamladı.
“BİLGE KRAL” ŞEHİTLERİN ARASINDA YATIYOR
Bu arada merhum Aliya İzzetbegoviç, ömrünün son dönemlerinde kendisi için büyük bir anıt mezar yapıldığını öğrenmesi üzerine, devlet yetkililerini bu projelerinden vazgeçirterek, kendisinin şehitler arasında sade bir mezarda yatmak istediğini iletti.
Bunun üzerine İzzetbegoviç, Kovaçi Mezarlığında kendisi için hazırlanan mezara defnedildi. Üstü “yıldız” görünümünde kubbe, çevresi ise “hilal” görünümünde süs havuzuyla çevrelenen mezarına her gün yüzlerce insan gelerek, merhum İzzetbegoviç ve oradaki şehitler için dua ediyor.
Mezarının hemen karşısında ise Aliya İzzetbegoviç’in adının verildiği müze bulunuyor. Müzede, İzzetbegoviç’in özel eşyası, kitapları, fotoğrafları teşhir ediliyor.