Yugoslavya döneminde ‘Bosna Hersek Sosyalist Halk Cumhuriyeti Meclisi’ tarafından 1950 yılında getirilen başörtüsü ve ferace yasağından bu yana, Bosna Hersek’te ilk defa başörtüsü yeniden tartışma konusu oldu. 1950 yılında getirilen yasakta başörtüsü takan Boşnak kadınlar için 3 ay hapis cezası ve 20 bin Dinar para cezası öngörülüyordu.
Geçtiğimiz günlerde Bosna Hersek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (BHHSYK), yargı mensupları için dini sembolleri yasaklama kararı ile tartışmalı bir kapıyı aralamış oldu. Anlaşılan o ki, sayıları azalmış olsa da hala Yugoslavya dönemi tarzında kalan eski tip yöneticiler Bosna Hersek bürokrasisi içerisinde varlığını sürdürüyorlar. Ülkede şu anda farklı şehirlerde barışçıl protesto gösterilerinin halen devam ettiğini aktarmak gerekiyor.
Bu tartışma doğuran kararın alınmasının öncesinde resmî bir kurum olan “Bosna Hersek İslam Birliği”nden diğer adıyla ‘Riyaset’ten, alışılageldiği üzere konu hakkında uzman sıfatıyla hiçbir görüş alınmaması tuhaf karşılanıyor. Çünkü en yüksek dini otorite olan Riyaset, bugüne kadar resmî makamlar tarafından itibar edilen, görüşlerine değer verilen saygın ve yıpranmamış bir kurum olarak dikkat çekiyor. Riyaset, HSYK’nın vermiş olduğu bu karar hakkındaki ilk açıklamalarında, yargıdaki dini sembolleri yasaklama kararının doğrudan ‘başörtüsü yasağı’ anlamına geleceğini ve bunun kelimenin tam anlamıyla “ayrımcılık” olacağını ifade ederek kararı “hukuka aykırı” ve “ırkçı” bulduğunu açıkladı.
Halbuki bugüne kadar savaşın bittiği günden bugüne dek Bosna Hersek’te temel hak ve özgürlükler ile özellikle inanç özgürlüğü konusunda herhangi bir sorun yaşanmamıştı. Dayton Anlaşması ile kurulan anayasal sistem, üç etnik grup olan Boşnak, Sırp ve Hırvatların karşılıklı hak ve çıkarlarını hassas dengeler gözetilerek kurmaya çalışmıştı. Savaştan bu yana 20 yıllık süre içerisinde dini özgürlüklere kısıtlama getiren herhangi bir girişimde de bulunulmamıştı. Gerçekten de Riyaset’in belirttiği gibi bu karar ‘ayrımcı’ ve ‘hukuka aykırı’dır.Yargı mensuplarına başörtüsü yasağı getiren bu uygulamanın ülkede sadece Müslüman kadınları, yani çoğunluk olan Boşnak etnisitesinden olan bayanları hedef aldığı ve onları kurulu yapının dışına iterek tecrit etme amacı taşıdığı ileri sürülüyor. Bir hukukçu olarak bu görüşe bütünüyle katıldığımı ifade etmek isterim. Ülkede müslüman bayanlar dışında normal olarak sadece katolik ve ortodoks rahibelerin başörtüsü kullandığı dikkate alınmalıdır. Bu anlamda başörtüsü yasağının, diğer ülkelerdeki özgürlük tartışmalarından daha politik bir mecraya sürüklenmesi riski vardır ve daha farklı bir anlam taşımaktadır. Ülkede çoğunluğa sahip olan Boşnak halkının az ya da çok herhangi bir şekilde sistem dışına itilmesi, ülkede anayasal sistemde kurulu yapıdaki hassas ayarlarla oynamak anlamına geliyor.
Bugün, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da başörtülü olarak hakimlik yapmak mümkünken Fransa ve Belçika dışındaki birçok ülkede, örneğin İsviçre, İtalya ve hatta Yunanistan’da herhangi bir mesleğin icrasını tamamen yasaklayan genel kıyafet yasaklamaları yoktur. İngiltere’de Sih dininden olan erkeklerin başlarındaki türban ve sakallarıyla, Musevilerin başlarında ‘kıpa’ ile Müslüman bayanların ise başörtüyle görev yapmasına izin verilmekte ve bu konu “inanç özgürlüğü” ve “çalışma hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi jürispuridence’inde (içtihadı) de bu tür kategorik yasaklamaların, ‘etnik’ ve ‘dini ayrımcılık’ kapsamında hukuka aykırı olduğuna karar verildiği ve mağdur lehine tazminatla sonuçlandığı görülebilir.
Batı Avrupa’daki tartışmaların basına yansıması, bu yasağın artık her yerde hakim olduğu ve bir anlamda meşrulaştığı gibi bir izlenim uyandırıyor. Laikliğin beşiği olarak görülen ve en sert uygulayıcısı olan Batı Avrupa ülkesi Fransa’da bile başörtüsü ilkokullar için tartışılırken üniversitelerde dini sembollerin yasaklanması ne bu ülkede ne de diğer bir Batı Avrupa ülkesinde akla bile gelmez. Fransa’nın takipçisi Belçika’da Danıştay’ın 2009 yılında ortaokul ve liselerde başörtüsü yasağını hukuka uygun bulurken bu ülkede de üniversitelerde başörtüsü yasağı düşünülmemiştir. Son dönemlerde Avrupa ülkelerinde vücudu ve yüzü bütünüyle kapatan ‘burka’ tarzı kıyafetler tartışılmaktadır. Fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadına bakılırsa kişinin kılık kıyafetini serbestçe belirlemesi konusu, ‘çalışma hakkı’, ‘eğitim hakkı’, ‘ifade özgürlüğü’, ‘düşüncelerini açıklama özgürlüğü’, ‘inanç özgürlüğü’, ‘vicdan özgürlüğü’ gibi birçok temel hak ve özgürlükler ilişkilendirilerek korunmaktadır. Leyla Şahin kararı gibi istisnai birkaç karar dışında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında bütün bu haklar, kendini ifade etmenin ve kişisel alan olarak görülen dini inançların bir parçası olarak kabul edilmekte ve korunmaktadır.
Bir başka nokta ise Türkiye de dahil, bu yapay tartışmanın yapıldığı bütün ülkelerde onlarca yıl enerji ve zaman kaybedilmiştir. Ülkenin çocukları ve yetişmiş insan kaynağı acımasızca sistem dışına itilmeye çalışılmıştır. Bu yasağın Bosna Hersek gibi bir ülkede de yargıda başlatılarak yayılma eğilimi göstereceği ve tartışmaların büyüyeceği endişesi vardır ve bu durum bütün ülke için tam bir kayıp olacaktır.
Gerçekten, kişinin kıyafeti onun düşüncesini hayat tarzını kimliğini ve onun dokunulmaz alanını temsil eden bir hak ve özgürlük alanıdır. Hiçbir sembol taşımayan bir kişinin adil olacağını ve yargıda adil karar vereceğini düşünmek, dini bir sembol taşıyan kişinin ise her zaman adaletsiz olacağını düşünmek başlı başına bir önyargıdır. Örneğin, hiçbir sembol taşımayan ama kesin bir ideolojik saplantıya sahip olan bir kişi acaba mutlaka adil olabilecek midir? Bunu test edebilecek bir ölçüt yoktur. Halbuki bu tür ayrımcı kararlarla, dini sembol kavramı kapsamında, ‘haç’ takan bir Hıristiyan kadın, ‘Kipa’ takan bir Musevi erkek, sakal bırakan bir Sih veya ‘başörtüsü’ takan bir Müslüman kadın, kesin bir önyargıyla potansiyel adaletsiz olarak varsayılmakta, büyük bir kolaycılıkla üstü çizilebilmektedir.
Savaştan bu yana, 20 yıldır yeniden yapılanma yönünde gerekli adımları atamamış, ciddi reformlar yapamamış olan ayrıca etnik ve dini yapı bakımından hassas dengeler üzerine kurulmuş olan bir ülkede böyle bir tartışma ülkenin ihtiyacı olan en son konudur. Bu yanlıştan dönmenin tek yolu, Bosna Hersek yetkili organlarının ülkenin yapısını, özel şartlarını ve acı geçmişini dikkate alarak kararı düzeltmesidir.
Bosnahersek.ba, Prof.Dr.Yücel Oğurlu, 14.02.2016.