Bosna-Hersekli yetkililer tam 20 yıldır etnik-milliyetçi söylemlerle halkı kandırıp ceplerini doldururken, Tuzla’da başlayan özelleştirme karşıtı eylem, ülke genelinde başkaldırıya dönüştü.
Bosna-Hersek’teki anayasal düzenin bu hafta başında meşruiyet namına sahip olduğu ne varsa, 7 Şubat 2014 Cuma gecesi kül olup bitti. Ülkenin üç cumhurbaşkanı, iki entite, bir özel eyalet, on kanton ve uluslararası toplum tarafından atanmış Özel Temsilcisi – diğer bir deyişle o şişkin bürokrasisinin tamamı – Tuzla, Saraybosna, Zenica, Bihac ve Mostar kentlerindeki devlet dairelerine saldırıldığına tanık oldu.
Sonuç olarak, Tuzla ve Zenica-Doboj kantonları başta olmak üzere dört bölgesel yönetim devrildi. 5 Şubat Çarşamba günü Tuzla’da özelleştirme karşıtı yerel bir protesto olarak başlayan eylem, 7 Şubat Cuma’ya gelindiğinde toplum genelinde bir ayaklanmaya dönüştü.
İki yıl önce bu ülkenin daha parlak bir gelecek için tek şansının bir “Bosna Baharı” olduğunu yazmıştım. Şimdi o bahar geldi, ancak beraberinde fırtınaları da getirdi.
Bosna-Hersekliler, 20 yıl boyunca etnik-milliyetçi söylemlere yaslanarak gizliden gizliye devletin kasalarını talan eden siyasi oligarkların oluşturduğu habis yönetimden muzdarip oldu. Resmi işsizlik oranı yıllardır yüzde 40 civarında takılıp kalmış durumda; gençler arasındaki oran ise yüzde 57’nin üzerinde. Tuzla ve Zenica’da bir zamanlar gelişmekte olan sektörler, karanlık özelleştirme tertipleriyle yok pahasına tasfiye edilince, binlerce işçi çaresizlik içinde kaldı. Pek çoğunun hâlâ binlerce dolar borcu var. Emekli maaşları da son derece düşük. Çöp tenekelerini karıştıran yaşlı insanlar, ülkenin her yerinde alışılmış bir manzara haline geldi. Tüm bunlar olurken, Bosna-Hersekli bürokrat ordusunun ve seçimle göreve gelmiş yetkililerin maaşları ise arttıkça arttı.
Yaygın yolsuzluk
2010 yılındaki genel seçimlerin ardından devlet seviyesinde bir hükümet kurulması tamı tamına on altı ay sürdü ki, bu hükümet neredeyse anında çöktü. O tarihten bu yana nadiren yapılan parlamento oturumlarında da, milletvekillerinin tek derdi, siyasi karşıtlarının ekarte edilmesi için didinmekten ibaretti. Örneğin Boşnak-Hırvat Federasyonu Entitesi Cumhurbaşkanı Zivko Budimir, Nisan 2013’te rüşvet ve yolsuzluk şüphesiyle gözaltına alındı. “Delil yetersizliği” nedeniyle kısa sürede serbest bırakılan Budimir, ardından hemen görevine geri döndü. 7 Şubat’ta başkent Saraybosna yanarken – belli ki o sırada penceresinden dışarı bakmayan – Budimir de halk isterse istifa edeceğini açıkladı.
Bosna-Hersek’te çok sayıda seçilmiş yetkili, yolsuzluk soruşturmasından geçiyor. Federasyon’da Boşnak ve Hırvat milliyetçileri arasındaki atışma, devlet kurumlarını felce uğratmış durumda. Bosna Sırp Cumhuriyeti (Republica Srpska) entitesinde ise Cumhurbaşkanı Milorad Dodik, ismini Sırp ulusu ile özdeşleştirmeye çalışarak, kendisine karşı çıkma cesareti gösteren az sayıdaki bağımsız gazeteci ve aktivistin peşine düşüyor.
Ancak söz konusu elitlerin etnik-milliyetçi söylemi, Bosna-Hersek’in hakiki ekonomi politiğinin gerçeklerini açığa vuruyor: Kamulaştırma yoluyla sermaye birikimi. Tuzla kanton hükümeti binasının yanmış cephesindeki grafitiler, bu politikaları sert bir dille eleştiriyor: “Hepiniz istifa edin! Milliyetçiliğe ölüm!”
Öte yandan, uluslararası toplum da 1995 Dayton Barış Anlaşması’nın imzalanmasından itibaren bu sefil gidişatın daha da kötüleşmesine müsaade etmedi değil. 1996-2006 yıllarındaki ilk reform süreci neredeyse tamamen durdu ve o tarihten sonra da ülke bir anayasa krizinden diğerine savruldu. Diğer tarafta ise halkın kaynayan öfkesi, geçtiğimiz yaz yaşanan “Küçük Devrim”de olduğu gibi defalarca taşma noktasına geldi.
Bu öfkenin nedenleri basit: Bosna-Hersek’te barışın uluslararası mimarları, Avrupalı ve Amerikalı diplomatların hayata geçirilmesinde ısrar ettiği reform süreçlerine sıradan vatandaşları, öğrencileri, işçileri ve emeklileri de dahil etme yönünde ciddi bir çaba içine hiçbir zaman girmediler. Bunun yerine, sadece ülkenin engelleyici ve inatçı siyasi yapısının mensuplarıyla ilişki kurarak, oligarkların yerini sağlamlaştırmaktan öteye gitmediler. Sıradan vatandaşların, öğrencilerin, işçilerin ve sivil hak savunucularının itiraz ve talepleri görmezden gelindi.
Dönüşen bir toplum
Dayton sisteminin yapısı, tam da yerel ve uluslararası temsilcilerinin kibirli ve boş uygulamaları yüzünden bir gecede bütünüyle çökme noktasına geldi. Bu sistemi desteklemeye yönelik girişimler elbette olacaktır, fakat Bosna-Hersek halkında gördüğümüz psikolojik dönüşüm artık geri dönülmez bir noktaya gelmiş bulunuyor.
Sağlam bir parlamenter demokrasi, öncelikli olarak tüm vatandaşların bağımsız olması ve iktidarın da, oy verenlerinin ihtiyaç ve taleplerini karşılamadığı takdirde ya seçimle ya da sokak hareketleri neticesinde koltuğundan olmayı beklemesini gerektirmektedir. Bosna-Hersek’te yirmi yıldır böyle bir beklenti yoktu. İktidar, yirmi yıl boyunca dilediği gibi çalıp çırptı. O kadar büyük bir sefalete sebep olmuşlardı ki, birçok vatandaş, Cuma günü tüm yapının böyle hızlıca çöktüğüne inanmakta resmen zorlandı.
Bu karmaşa içinde en küçük bir kararsızlık ve korkuya bile yer olmayacak. Pek çokları şimdiden devlet binalarını ateşe veren göstericilere tepki göstererek, binaların onarım masraflarının yine vatandaşın cebinden çıkacağını öne sürüyor. Ancak bu tür analizlerde dikkate alınmayan bir husus var: Bosna-Hersek hükümetinin her seviyesinde çoktan beridir altına girilen devasa borçlar.
Kamu Yararını Müdafaa Merkezi (PIAC), ticari bankalar nezdindeki kamu kesimi borcunun son dört yılda iki katına çıktığına ve “yolsuzluk faaliyetlerinin büyük bölümünün, hükümet yetkilileri ile ticari bankalar arasındaki ilişkilerden kaynaklandığına” dikkat çekti. PIAC raporunda, borç alınan milyarların çoğu kez siyasetçilerin cebine gittiğini ve bu borçların da ülkenin zaten az olan sosyal hizmetleri üzerinden daha da kemer sıkılması suretiyle geri ödendiği öne sürüldü. Ancak bu halk ayaklanması, söz konusu gidişatı tersine çevirme potansiyeline sahip.
Diğer yandan, Milli Arşivler’in tahrip olduğu haberleri de haklı olarak bazı kesimleri kızdırdı. Oysa Bosna-Hersek Milli Müzesi, Ekim 2012’den bu yana kapalı durumda ve ülkedeki diğer temel kültür kurumları da, dünya genelindeki sanatçı ve aktivistlerin korktuğu gibi ayakta kalma mücadelesi veriyor. Dört ayrı hükümet seviyesinin varlığına rağmen, bunların biri bile Bosna-Hersek’in kültür eserlerinin korunması ve finanse edilmesini öncelikli bir konu olarak değerlendirmiyor. Üç savaş geçirmiş ve 124 yıldır aralıksız çalışan bir kurumu çöküşün eşiğine getiren bu protestolar değil, bu hükümetlerdir.
Önümüzdeki birkaç gün içerisinde Bosna-Hersek toplumu bir dönüşüm geçirmiş olacak. Gerçek değişim, daha önce iktidarın dışında bırakılanların artık toplumlarına yeniden şekil verme fırsatına sahip olmasını gerektirir. Tuzla’daki eylemleri düzenleyen kilit isimler – ki bu haftaki olaylara bakacak olursak mevcut liderlerden daha etkili ve popüler oldukları açık – öğrenci ve işçi temsilcilerinden oluşacak geçici bir hükümet kurmak için gereken zemini zaten oluşturuyor. Diğer yerlerde durum halen gelişme aşamasında, ancak öngörülebilir tüm çözümlerin ilk adımı aynı: Mevcut yetkililer görevi bırakmalı.
Daha genel bir açıdan bakılırsa, kantonların kaldırılması ya da en azından yeniden düzenlenmesi fikrine, yani kısaca devlet aygıtının rasyonelleştirilmesine geniş çaplı destek söz konusu gibi görünüyor. Protestocular, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların sadece yozlaşmış yetkililerden değil, bizzat anayasal düzenin kendisinden de kaynaklandığının farkında. Dolayısıyla talep ettikleri değişiklikler de doğrudan sisteme yönelik.
Son günlerde Bosna-Hersek sokaklarında tanık olunan hiddet, çirkin bir görüntüydü. Ancak ülkedeki siyasetçilerin son yirmi yıldır yaşattıkları yolsuzluk, hırsızlık ve manipülasyon her halükarda bundan çok daha çirkin. Şimdiden şahsi sorumluluklarını inkar edip, aldatma amaçlı geçici çözümler öne sürmeye çalışıyorlar. Ancak onlar için artık çok geç.
Bosna-Hersek halkı için ise her şey yeni başlıyor. Ülkeyi çalkantılı günlerin beklediğine şüphe yok, fakat bu küçük ülkenin vatandaşları, bu gece iktidardaki yöneticilerine yaşattıkları korkuyu unutmaz ve talepleri konusunda ısrarcı olmayı sürdürürlerse, hep birlikte gerçek anlamda demokratik bir Bahar’a öncülük edebilirler.
Yazar: Jasmin Mujanoviç, York Üniversitesi’nde doktora öğrencisi ve Columbia Üniversitesi’ne bağlı Harriman Enstitüsü’nde Misafir Öğretim Üyesidir. Aslen Saraybosnalı olan Mujanoviç, Balkanlar’a dair düzenli olarak analiz yazıları yazmaktadır.
Twitter’dan takip edin: @JasminMuj
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir