Şilan Küçükokur Bartel Bosna Hersek’te gezip gördüklerini anlattı.
Geçmişin izlerini sadece insanların değil şehirlerin yüzlerinde de görmek mümkünmüş, Mostar ve SarayBosna öğretti bunu bana…
Dubrovnik’ten 3,5 saatlik, rahat bir otobüs yolculuğu ile Mostar’a vardık. Bu şehirde 3-4 saat geçiripSaraybosna’ya devam etmeyi düşündüğümüz için öncelikle akşama doğru Saraybosna’ya hareket edecek bir otobüs için bilet aldık hemen. Sırtçantalarımızı da otobüs garındaki emanete bıraktıktan sonra meşhur Mostar Köprüsü’ne doğru yola koyulduk. Mostar savaşın izlerini hala derinde taşıyan bir şehir. Eski şehre doğru ilerlerken geçtiğimiz yollardaki yıkık binaların cephelerinde gördüğümüz kurşun izleri, şehrin orta yerindeki koca mezarlıktaki 20’li 30’lu yaşlarında ölmüş onlarca insanın mezartaşları, bir zamanlar bu şehrin üzerine çökmüş olan savaş vahşetinin sessiz tanıkları…
Bosna-Hersek gezimize başlamadan önce iki film izlemiştik 90’lı yıllardaki savaşı konu alan: “No Man’s Land (Tarafsız Bölge)” ve “In the Land of Blood and Honey (Kan ve Aşk)”. Özellikle bol ödüllü “No Man’s Land” çok etkilemişti bizi. Ama hiç bir film, çıplak gerçeğin kendisi kadar etkileyemiyor insanı. Mostar bu gün cıvıl cıvıl, hayat dolu, güzel mi güzel bir şehir ama tüm o turist kalabalıklarının, yenilenmekte olan binaların, caddelerin gizleyemediği bir acı ve hüzün sinmiş yine de şehrin üstüne sanki…
Şehir merkezine gitmeden önce yol üstündeki şehir müzesini ziyaret ettik. Bu küçücük müzenin yine küçücük film salonunda Mostar Köprüsü’nün tarihi boyunca çekilmiş fotoğraf ve film karelerinden derlenmiş kısa bir film seyrettik. Müzeden ayrılmadan önce müze görevlisi orta yaş üzeri bayanla biraz sohbet ettik. Görünürde yıllardır süren barış ortamındaBoşnak ve Sırplar bir arada bir yaşam sürdürüyorlar şehirde. Ama savaşı bizzat yaşamış bir Boşnak olan bu müze görevlisi bayanla sohbetimizde aslında savaş günlerindeki düşmanlığın üzeri kapalı olarak devam eden bir ayrılığa dönüşmüş olduğunu hissettik.
Bosna’daki savaşın sembollerinden biri haline gelen meşhur Mostar Köprüsü bu gün şehrin en önemli turistik ziyaret noktası durumunda. Etrafı ve üzeri fotoğraf çeken turistlerce kuşatılmış; Mostar’lı bir kaç genç, turistlerden aldıkları bahşişler karşılığında köprünün üstünden nehre balıklama atlıyorlar; civardaki restoran ve kafelerden kahveleri yudumlayarak köprü ve arka planda Mostarmanzarasının tadını çıkarmak mümkün; yine civardaki hediyelik eşya dükkanlarından Mostar Köprü’lü buzdolabı magnetleri satın alabiliyorsunuz. Biz de köprü manzaralı bir restorana oturup cevapcicilerimizi yerken bir yandan da Mostar Küprüsü’nün onlarca fotoğrafını çektik, güzel ve güneşli havanın, manzaranın tadını çıkardık. Oysa bundan çok da uzun olmayan bir zaman önce, şimdi bir turist keyfi ve merakıyla izlediğimiz bu köprünün üzerinden geçmeye çalışan sivil insanlar, çocuklar vurulup öldürülüyorlardı. Gezgin olmayı çok seviyorum elbette ama böyle zamanlarda hep bir vicdan azabı duyuyorum ve hep aynı şeyi düşünüyorum: Bizler sıcak savaştan uzak bir zamanda, sıcak savaş yaşanmayan bir ülkede dünyaya gelmiş ve yaşamış olmanın ne büyük bir şans ve lüks olduğunun farkında bile değiliz çoğu zaman… Mostar Köprüsü 1566 tarihinde Mimar Sinan’in öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından inşa edilmiş. Bosna-Hersek iç savaşı sırasında Sırp ve Hırvat saldırıları sonucu yıkıldığında yaklaşık 500 yaşındaymış bu köprü. Savaş sonrasıUNESCO ve Dünya Bankası’nın desteğiyle eski haline uygun olarak yeniden inşa edilmeye başlanmış ve 2004’te kullanıma açılmış.
Mostar’ın eski şehir merkezinin küçük, cıvıl cıvıl sokaklarını da hızlıca gezip bir restoranda cevapcici molası verdikten sonra bizi Saraybosna’ya götürecek otobüse bindik ve 3 saatlik bir yolculuktan sonra Saraybosna’ya ulaştık.
Bosna-Hersek’in başkenti olan Saraybosna dini ve kültürel çeşitliliğiyle de meşhur: Boşnak, Hırvat ve Sırpların birarada yaşadığı bu şehirde Müslüman,Yahudi, Katolik ve Ortodokslar özgürce ve uyum içinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Tüm bu dinlere ait ve hatta ateist mezartaşlarının bir arada bulunduğu Lion’s Cemetery (Lion’s Mezarlığı) bu şehirdeki dini çeşitliliğin bir sembolü gibi…
Üç gün boyunca Saraybosna’da gezip gördüklerimiz, yiyip içtiklerimiz ise şöyle:
İlk iş olarak tabii ki eski şehrin sokaklarında kaybolduk. Hediyelik eşya alışverişi yapmak, lezzetli yerel yiyeceklerin tadına bakmak için ideal burası. Özellikle Balkan turumuzda yediğimiz en iyi cevapcicilerin mekanı olan Galatasaray‘ı öneririm. (Adres: Gazi Husrev Begova 44). Buranın sahibi bir zamanlar Galatasaray futbol takımında yer almış meşhur futbolcu Tarık Hodzic’miş ve kendisi de sık sık mekanda bulunurmuş.
İki müze ziyaretinde bulunduk; Tünel Müzesi ve Srebrenica Katliamı Müzesi (Srebrenica Genocide Museum). Tünel Müzesi şehrin merkezine biraz uzak ama toplu taşıma araçlarıyla kolay ulaşılabiliyor. Daha da kolay ulaşmak isteyenler de şehir merkezindeki tur acentalarından Tünel Müzesi’ne rehberli ulaşım paketi alabilirler. Tünel Müzesi, savaş sırasında Sırp kuşatması altında olan Saraybosna’yı Birleşmiş Milletler’in kontrolü altında olan bölgeye bağlamak ve böylece erzak, ilaç ve insan transferi yapabilmek için açılan tünelin olduğu yerde. Müze girişinde önce bu tünel ile ilgili tarihi bilgileri okuyup sonra da tünelin hala açık olan küçük bir bölümünü ziyaret edebilirsiniz.
Eski şehir merkezinde bulunan Srebrenica Katliamı Müzesi ise bizi çok etkiledi. Mutlaka görülmesi lazım.
1984 Kış Olimpiyatları sebebeiyle bir zamanlar şehrin biraz dışına kurulmuş olan Bobsled ve kızak bu gün ormanın içinde terkedilmiş ve bir grafiti duvarı haline gelmiş. Vaktiniz varsa ilginç bir ziyaret olabilir.
Ve tabii ki lezzetli yerel yemeklerin tadına bakmayı unutmadık. Favorilerimiz Inat kuca ve Dveri restoranları oldu. Inat kuca’da pite (boşnak böreği) ve klepe (mantıya benzer bir yemek) mutlaka denenmeli. Dveri’nin ise özel ekmekleri çok lezzetliydi.
Şilan Küçükokur Bartel
Milliyet.Com.tr