Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen Aliya.
Başkalaştıramadıkları ve ötekileştiremedikleri Aliya.
Dünyayı ilk Bosna’da gördüm. Gözlerimi dünyaya 1925 yılında, orada, iki dünya – Doğu ve Batı – arasında kalmış Bosna’da, açtım. Her zaman ülkemi sevdim ve severim ama hiçbir zaman milliyetçisi olmadım. Milli olan şeyleri sevmekle milliyetçilik yapmanın ayrı şeyler olduğu bilinciyle büyüdüm. Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargaşa yaratmak için başvurulacak ilk ve en etkili yol, milli olanla milliyetçi olan arasındaki farkı gözden kaçırmaktır. Aslında bu fark bazen sevgi ve nefret arasındaki fark kadar büyük olabilir. Milli duyguları olan bir insan, kendi halkını sever, onların kusurlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır, o halka aittir. Bir milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok başkalarından nefret eder, daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi ister.
Başkalarına ait farklılıkları boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, olmayanı da ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır: Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre. Böyledir içimdeki vatanım Bosna ile ilgili olan duygularım.
Her doğan gibi bende İslam fıtratı üzere doğdum ve hayatımın sonuna kadar öyle kaldım. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir. İyi bir zamanda dünyaya geldiğim söylenemez. Dünya acımasız ve tehlikeliydi. Bir taraftan Tanrısız bir dünya yaratılırken, diğer taraftan Müslümanlar yok edilmeye çalışılıyordu. Buydu dünyanın özeti. Sonradan öğrenecektim ki; Tanrısız ve insansız bir dünya cenneti kurmayı hayal edenler, bu hayallerinin enkazı altında kalmaya mahkûmdur ve Müslümanlar asla yok olmayacaktı.
Çocukluğum şimdi çok uzakmış gibi görünüyor; açık bir havada dağlara bakarken detaylarını değil ama ana hatlarını çok iyi görebiliyorum. ‘Hayat kısa’ sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum. Ben hayatı uzun buluyorum. Aslında hayat tehlikeli bir şeydir. Güvensizlik yaşamanın bedelidir. Sadece ölenler ile asla doğmayacak olanlar mutlak anlamda güvendedirler. Acımasız çağdaş dünyasıdır bize bunu öğreten.
Büyük babam Boşnak, büyük annem Sadıka ise Türk. İstanbul’da askerlik yaparken Sadıka ile tanışmıştı büyük babam. Annesi Türk olduğu için babam biraz Türkçe bilirdi.
Güzel bir kadındı annem. Aynı zamanda dindardı ve dine olan bağlılığımı biraz da ona borçluyum. Sabahlar namazlarını kaçırmaz, beni de kaldırırdı. Zaten böyle bir annenin ayakları altındadır cennet, değil mi?
Samir Vildiç