Sarajova`da başlayan gezimizi Aliya İzzetbegoviç ve diğer şehitlerimizi ziyaret ederek taçlandırdık. Aliya İzzetbogoviç ‘in hayatında gördüğünüz sadeliği ve mütevazılığı mezarlığında da görebilirsiniz. Yine kendisiyle beraber mücadele eden askerlerin arasında selamlar sizi. Bu selamda uğruna mücadele verdiği davadan gelen gizemli bir hava vardır. Meraktan yazdığı kitaplara sarılma, ne için mücadele verdiğini anlama ihtiyacı hissedersiniz.
Bir düşünceyle ayrılıp yokuş aşağı inerken yan taraftaki binalarda hala yer alan mermi izlerini görmek yaşanmış savaşın kasvetini içinize taşır.
Başınızı kaldırıp biraz daha uzaklara bakınca yeşillikler arasında yer alan mütevazı evlerden oluşan tablo ‘’ Acaba ömrümün geri kalanını burada mı geçirsem?’’ sorusunu sordurtacak kadar güzeldir. Evlerin arasından yükselen minareler içinizi daha da bir ısıtır. Güneşin yakıcı sıcağında esen rüzgar hafifçe yüzünüzü okşarken, bu minarelerden kulağınıza taşınan ezan o tatlı hayranlığınızı huzura karıştırır.
Az daha ilerlediğinizde sokaklarını dolaşmaya doyamayacağınız, camileriyle nedendir bilinmez ama inanılmaz bir bağ kuracağınız Baş Çarşı karşılar sizi.
Baş Çarşı hemen girişindeki güvercinleriyle hoş geldin derken size, aynı zamanda çarşının mimarisi modern hayatın yüksek binaları arasında sıkışıp kalan ruhunuzu yetim bir çocuğun başını okşar gibi okşar. İşte bu anda adımlarınız fark etmeden yavaşlar. Her bir adımda daha fazla şey görmek istersiniz. İçinizde kanat çırpmaya başlayan iflah olmaz bir heyecan oluşur. İçinize dolan huzur yüzünüzde saatlerce silinmeyen bir tebessüm bırakır. Biraz daha içlere girince Gazi Hüsrev Bey Camii kalbinizi fetheder. Bir cami olsam işte bu cami olmak isterdim fikrini aklınıza getirecek kadar güzeldir. Ya da bahçesindeki ağaç olmayı istemeniz işten bile değildir…
Yine Baş Çarşı’da bulunan İstanbul Vakfı’na uğradığınızda, ihtiyaç sahibi insanlar için elinden gelenin fazlasını yapan Feyza ablayla muhabbete başlarsanız size anlatacağı çok şey vardır. Savaşta birçok yakınını kaybeden insanlar, çocuklarını kaybeden anneler, anne babalarını kaybeden çocuklar, tümden yok olan büyük büyük aileler… içinizi en çok acıtanlardır.
BM, Hollanda ve Almanlar tarafından Sırp ve Hırvat’ların bu denli desteklenmesinin karşısında Boşnak Halkının yalnızlığını duyduğunuzda diğer coğrafyalardaki Müslümanlar kadar aklınıza getirmediğiniz Avrupa’da yaşayan Müslüman kardeşlerinizi hatırlarsınız. Yaşanılan onca acının üstüne eklenen bu yalnızlığa rağmen Boşnak insanlarının hayata devam etmek için gösterdikleri çabaya şahit olunca ne kadar güçlü ve gururlu olduklarını anlarsınız. Ve bu Boşnak halkı için bir şeyler yapma ihtiyacını içinizde uyandırmaya yeter.
Mostar…
Sarayova’dan çıktıktan sonra üç saatlik bir yolculuk sonrası Mostar’a ulaşabilirsiniz. Yol boyunca yeşilliklerle kendini süslemiş dağlar arasında birçok virajla karşılaşırsınız. Tüm güzelliğini göstermeden önce nazlanan bir çocuk misali kıvrımlı yolları aştıktan sonra kendisini görmenize izin verir Mostar.
Karşısına geçip uzaktan ona baktığınızda Neredva Nehri’nin üzerine örülmüş bir taç gibidir. Nehrin kenarına dizilen evler, köprüyle bütünleşip manzarayı tamamlar. Köprüye ulaşmak için yürüdüğünüz yol üzerindeki tüm renk cümbüşüyle karşınıza çıkan hediyelik eşya mağazalarının arasında nereye bakacağınızı şaşırmış halde yolunuzu bitirdiğinizde Mostar tüm ihtişamıyla sizi çağırır. Köprüyü adımlayıp diğer uca geldiğinizde üzerinde ‘’don’t forget ’93 ‘’ yazılı taşı görünce birden irkilirsiniz. Köprünün bombalanma anı gözünüzde canlanır. O andan itibaren attığınız her adım daha bir anlamlı hale gelir.
Aliya’nın ‘’ unutmayın unutursanız tekrarlanır’’ sözüne hak vererek düşünceler içinde yürümeye devam edersiniz.
Mostar’a giderken yol üstündeki Potiçel’e de uğramanız naçizane tavsiyemizdir. Her yerde olduğu gibi Potiçel’de de sizi karşılayan Osmanlı mimarisi kendinizi evinizde hissetmenize neden olur. Zorlu bir yokuşun ardından kaleye ulaştığınızda gördüğünüz manzara her şeye değer.
Balagay’da bulunan Sarı Saltuk Tekkesi görülmesi gereken bir başka güzelliktir. Tekke, Osmanlı İmparatorluğu bu toprakları fethetmeden 100 yıl kadar önce buraya gelen dervişler tarafından kurulmuştur. Buna Nehri’nin kaynağı tekkenin içindedir.
Bu yönüyle hem maddi hem manevi olarak hayat verir Sarı Saltuk Tekkesi.
Tarihi güzelliklerinin yanında doğasıyla da harika bir ülkedir Bosna. Yeşillikler arasında kaybolup, doğanın sizi kucaklayan tarafıyla haşir neşir olmak isterseniz Vrelo Bosna Milli Parkı ve İgman Dağları bunun için tam da aradığınız yerlerdir. Her bir köşesi resmedilmiş birer tablo gibidir. Bu tablo karşısında Bosna Nehri’nin kenarında kendi haline yaşayan bir ağaç olmak isteğiniz adım attıkça artabilir.
Bu ortamdan ayrılıp şehir hayatına tekrardan adapte olmanız oldukça zor olacaktır.
Diğer bir durağınız Travnik şehri olmalı. Gürül gürül akan Plava Nehri güzelliğiyle gözünüzü doldururken coşkunuza coşku katar. Bu güzellikten vazgeçebilip yolunuza devam ettiğinizde, ilerledikçe manzarası artan yokuşun sonunda Travnik Kalesi karşınızdadır. Çıktıkça genişleyen manzara yorgunluğunuzu hissettirmez. Kale yakınlarındaki evlerden birinin duvarına yazılmış ‘’don’t forget Srebrenitca’’ uyarısını görünce ayaklarınız tam karşısında sabitlenir. Cümlenin haklılığına katılırcasına bir fotoğraf karesi alabilirsiniz.
Kaleye ulaştığınızda şehir ayaklarınızın altındadır. Bir taraftan bakınca evler ve mezarlığın arasından geçen yol hayatla ölüm arasındaki ince çizgi gibi durur karşınızda. Kafanızı çevirip diğer tarafa baktığınızda şehir sizi içine çeker. Çünkü size anlatacak, içinde barındırdığı çok hikâye vardır.
Travnik’e gelip Alaca Camii’ni görmeden geçmeyin.
Camiyi vücuda getiren ince düşünceli mimarların yansımasını cami minaresinin solda olmasıyla anlayabilirsiniz. Çünkü zamanında minarenin sağa yapılmasıyla gayrimüslimlerin kullandığı suyun akışı engelleneceğinden minare sola yapılmıştır. Ve yine bu ince düşünceli insanların emeğini duvarlara yansımış süslemelerde bulabilirsiniz. Bu süslemeleri kesen çizgilerin verdiği anlamlı bir mesaj vardır. Kahverengi olan çizgiler toprağı yani ahireti, mavi çizgiler ise suyu yani hayatı sembolize ediyor.
Şehrin anlatacağı en etkileyici hikâyelerden bir diğeriyse Selami Yurdan’ın hikayesidir. Hacı Ali Baba Camii’nin avlusundaki kabrini mutlaka ziyaret etmelisiniz. Çünkü Selami Yurdan hikayesiyle bunu hak etmiştir. Kendisi 92 li yıllarda sırp zulmüne karşı Boşnak Müslümanların mücadelesini desteklemek için 16 gün süren yolculuğun ardından Bosna’ya ulaşmıştır. Mücadelesini verirken şehit olmuştur. Defterine düştüğü şu not bize çok şey anlatmaktadır:
‘’Kapitalist toplumlarda yaşayıp islam için mücadele etmenin zorluğunu bir kez daha kabullendim ama her şeye rağmen varız ve mücadelemizi sürdüreceğiz.’’
Savaşta yaşanan büyük soykırımlardan biri de Ahmiç Köyü’nde yaşanmış. Hırvat ve Boşnakların beraber yaşadığı köyde gece evlerini boşaltan Hırvatlar, savunmasız bir şekilde evlerinde bulunan Boşnak halkını mermi yağmuruna tutmuşlar. Camide bulunan Müslümanlar ise yakılarak şehit edilmiş. Aralarında 2 aylık bebekten 87 yaşındaki dedeye kadar 116 kişi bu şekilde katledilmiş. Yıkılan cami yeniden yapılarak bahçesine şehit olan 116 kişinin adının yazılı olduğu bir anıt dikilmiş.
Bosna’daki birçok güzel nehirden biri olan Drina Nehri’ne eşlik edip eşlik edip yol boyu devam ederken gördüğünüz Vişegrad köprüsü ihtişamlı bir şekilde nehrin bir ucundan diğer ucunu adımlar. Bölgeye kimlik kazandıran birçok mimari yapı gibi bu köprü de savaş zamanında yok edilmek istenmiş. Kendisi gibi güzel birçok köprüyle aynı kaderi paylaşmıştır. TİKA’nın da desteğiyle 2013 yılında başlayan restorasyon çalışması hala devam etmektedir.
Drina Nehri üzerine kurulmuş bir başka güzellik Gorajde Şehri’dir. Bosna’nın Çanakkele’si deniyormuş Gorajde’ye, ki böyle denmesi anlamlıdır. Çünkü Gorajde konumu itibariyle Bosna’yı etkileyebilecek bir bölgededir. Halk silahlarını teslim etmediği için Srebrenitsa’da yaşanan vahşet çok şükür ki burada yaşanmamış olsa da içinde birbirinden acı hikâyeler vardır. İnsanlıklarını toplu mezarlarda gömmüş olan Sırp ve Hırvatların zulmünden binalar da nasibini almıştır.
Savaştan sonra Bosna’da sembol olmuş birçok yer vardır. Srebrenitsa bunlar arasında yaşanılan acının çokluğuyla orantılı olarak sivrilip çıkmıştır. Srebtenitsa için 11 Temmuz vahşetin en çirkin yüzüyle ortaya çıktığı, batının insanlık sınavından kaldığı, acısı ve hüznünün büyüklüğüyle artık gözlerden akacak yaş bırakmamış bir gündür. Şehre girince bu vahşetin hala devam eden etkisi içinizde bir yerlere dokunur. Üstünüzde bir ağırlık hissedersiniz. Sizi bu sefer hoş bir manzara değil binlercesi yan yana sıralanmış beyaz mezar taşları karşılar. Müslümanlar söz konusu olunca ikiyüzlülüğünden asla taviz vermeyen batının çürümekte olan kalbine saplanması gereken insanlık oku gibi durur hepsi. Tüm mezar taşlarında ölüm tarihi aynıdır 11 Temmuz 1995…
Soykırımdan sonra her yıl 11 Temmuz’da yapılan törene ömrünüzde bir kere de olsa mutlaka katılmalısınız.
Toplu mezarlardan çıkan kemiklerin %60-80 i tamamlanınca sağ kalmış yakınlarına haber veriliyor. Her yıl yüzlerce tabut bu şekilde defnediliyor. Açılmış mezar başında bekleyen insanların acısı yüzlerindeki her bir çizgiden, gözlerinden anlaşılabilir. O insanların ne hissettiklerini bir parça anlayabilmek için aynı dili konuşmanıza gerek yoktur. Bu kadar büyük acının ve vahşetin karşısında üstünüze binen ağırlıkla küçüldükçe küçüldüğünüzü hissedersiniz. Birçok yerde gördüğünüz ‘’don’t forget Srebrenica’’ sloganı artık size daha çok şey ifade eder. Bu insanlar için yapabileceğiniz en iyi şey uyarıya kulak verip bu cümlenin altını doldurmaktır…