Bir zamanlar Türkler, Boşnaklar, Sırplar, Hırvatlar ve Yahudilerin yıllarca bir arada yaşadığı ve “Avrupa’nın Kudüs’ü” olarak isimlendirilen Saraybosna, artık savaşla değil kayak pistleri, gece hayatı ve tarihiyle anılmak istiyor.
Bosna’da savaş bitti ve bu hüzünlü, güzel ülke yaralarını sarıyor. Saraybosnalılar, geçmişin kanlı günlerini hatırlamak bile istemiyor. Saraybosna, Bosna-Hersek topraklarının tam orta yerinde, dağlar arasındaki verimli bir vadide kurulmuş. Yüksek Dinar Alpleri sizi daha uçaktayken hayran bırakıyor. Dinar Alpleri’nin Saraybosna’ya güzellik dışında kattığı bir diğer avantaj ise dünyanın en iyi kayak pistleri… Tarihin belki de en ünlü ve başarılı ‘Kış Olimpiyatları’ 1984’te bu dağlarda gerçekleşti. Savaşın izlerinin silinmesiyle birlikte bu pistler yeniden kayakseverlerin akınına uğramaya başladı.
Osmanlı’nın gözbebeği
Dağların çevrelediği Saraybosna tam anlamıyla bir su ve köprüler şehri. Şehirden tam 3 nehir geçiyor. Ülkeye ve kente ismini veren ‘Bosna’, ‘Zelyezniça’ ve ‘Milyaçka’… Ve elbette bu nehirler üzerindeki onlarca köprü… Bunların en ünlüsü ise 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen, Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Ferdinand’a suikastin gerçekleştirildiği ‘Latin Köprüsü’…
Şehir, Banyaluka (1583-1686) ve Travnik (1686-1851) ile birlikte Bosna Sancağı’nın başkentliğini yaptı. Şehri yöneten valilerin sarayının burada bulunmasından dolayı da adı ‘Saraybosna’ olarak kaldı. Saraybosna, Bosna Nehri’nin doğdu yer olan ve şu anda şehrin mesire alanının bulunduğu ‘Vrelo Bosna’da kuruldu. Fatih Sultan Mehmet’in 1492’de bölgeyi ele geçirmesine kadar küçük bir yerleşim yeriydi. Saraybosna tam bir Osmanlı şehridir. Şimdiki ‘Başçarşı’ ise kentin merkezini oluşturuyor. Başçarşı, tüm yıkımlara rağmen geleneksel Osmanlı yaşamının tüm örneklerini bünyesinde barındırır.
Bosna, Osmanlıların gözbebeğiydi. Saraybosna ise İstanbul’dan sonra en fazla yatırımın yapıldığı şehirlerin başında geliyordu. Saraybosna’nın hamisi Fatih Sultan Mehmet’in torunu, Kanuni’nin kuzeni Gazi Hüsrev Bey’di. Bosna Sancak Beyi olarak Saraybosna’ya gelen Gazi Hüsrev Bey’e kentin gerçek kurucusu dersek yanlış olmaz.
1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir kısmının da buraya yerleşmesiyle Avrupa’nın tarihinde görmediği bir hoşgörü ve eşit yaşam şehri ortaya çıktı. Türkler, Boşnaklar, Sırplar, Hırvatlar ve Yahudiler bir arada yaşamaya başladı. Dünyanın dört bir yanından gelen tüccarların da katıldığı renkli yaşamı sebebiyle şehre “Avrupa’nın Kudüs’ü” denildi.
Saraybosna, bir fotoğraf karesinin içinde camilerin, Ortodoks ve Katolik kiliselerinin ve sinagogların bulunabileceği ender şehirlerdendir.
Değişimin izi: Ferhadiye Caddesi
1878’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun eline geçen kent, bu tarihten sonra Batı etkisine girdi. Osmanlı mimarisinin mütevazı, alçak ahşap binaları, yerini yavaş yavaş ‘barok’ mimarinin süslü bezemelerle çevrili, çok katlı, taş binalarına bırakmaya başladı. Şehrin en işlek caddesi olan Ferhadiye Caddesi bu değişimin en belirgin görüldüğü yer.
Saraybosna mimarisine ve kültürüne katılan son imza ise Sosyalist Yugoslavya’nın… Barok mimarinin bitimiyle başlayan Sovyet etkisindeki yüksek, tekdüze, ‘kibrit kutusu’ görünümlü binalarıyla Saraybosna tam anlamıyla rengârenk bir şehir oldu. Bu çok çeşitliliğin en büyük etkisi de özellikle yemek kültüründe ortaya çıktı. Daha çok et ve hamur işi yemekleriyle bilinen Balkan mutfağının en zengin örnekleri Saraybosna’da. Geleneksel Osmanlı yemek kültürü çok baskın. Hatta kahve servisleri hâlâ bakır tepsi ve cezvelerle yapılıyor. Fincanlar ise Osmanlı usulü: Kulpsuz. Köfte ve börekler hâkim yemek kültürünü oluşturuyor. Ama özellikle yine bakır sahanlarda servis edilen çorbaları ve sıcak yemekleri kesinlikle denenmeli.
Gece hayatı
Saraybosna’da gençler belki de dışarı çıkmanın, bir sniper tarafından öldürülmek olduğu o kötü günlere inat, her an sokaktalar. Özellikle hafta sonu oldukça hareketli bir gece hayatı var. Opera, City Pub, Sloga, Jes, Hacienda, Bagdat, Cheers gibi barlar sabaha kadar eğlenen Saraybosnalı gençlerle dolu.Kötü günleri geride bırakan kent artık bu zengin kültürlü, yemyeşil ülkelerinin daha iyi tanıtılmasını istiyor.
Fatih Sultan Mehmet’in Bosna Ahidnamesi
Ben Fatih Sultan Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. Bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir. Bu padişah fermanını ilan ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın elçisi aziz peygamberimiz Muhammed ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki; emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.
Vedat Atasoy / Radikal