Temmuz ayı içerisinde, kaç yıldır hazırladığım, Bosna savaşındaki çocukluğumu anlattığım, “Kurşunların da Rengi Var” isimli kitabım Türkiye’de yayımlandı. Kitap raflardaki yerini alalı uzun zaman geçmedi ama bugüne kadar çok sayıda yorum geldi. O yorumlardan bir tanesi de, Saraybosna’da doğmuş büyümüş, geçen yıllarda Türkçe bilmeden Türkiye’ye gelin gitmiş bir arkadaşımdan geldi. “Türkçem yeterli olmasa da kitabını okumaya, çevreme aktarmaya çalışıyorum. Ama senden büyük bir ricam var… Eğer ikinci bir kitap yazmaya kalkarsan lütfen savaştan sonra Sırplarla, Hırvatlarla birlikte Bosna’da nasıl yaşayabildiğimizi anlatmaya çalış”.
Böyle bir şeyi istemesi neyden kaynaklandı diye sorduğumda ise Türk akrabalarının, dostlarının sürekli ve en çok bunu sorduklarını anlattı. Sonra düşündüğümde haklıydı, kendim de sık sık o tarz sorularla karşılaştım, özellikle savaşta yaşanan acılar anlatıldığında “Bugün nasıl birlikte yaşıyorsunuz?” sorusu gelir. Bunu merak edenler, soranlar da çok haklı, bu durumu anlamak da anlatmak da zor aslında. Ama Bosna Hersek hep öyle bir ülkeydi, farklı kültürlerin, dinlerin, milletlerin birlikte yaşadığı, fakat bazıları tarafından da paylaşılamayan bir ülkedir, malum yaşadığı son savaş ilk değildi. Bosna Hersek bağımsızlığının ilan edildiği gün, 1 Mart 1992 yılında, vatandaşlardan %65’i referandumla bağımsızlık için “evet” dedi ve onlar arasında sadece Boşnaklar değil, Sırplar da Hırvatlar da vardı. Yani o acımasız savaşa belki sebep olarak gösterilen bağımsızlığa bile birlikte karar verdik. Sonra “Bosna Hersek savaşı” diye anılan savaş başladı, oysa savaş bile değildi, Boşnaklara yapılan acımasız ve adaletsiz bir saldırıydı. Boşnaklarla birlikte savaşı yaşamış Sırplar da vardı, nadirdi öyleleri, genelde hepsi şehirleri terk etmişlerdi ama, kalan o az sayıdaki Sırp vatandaşın Boşnaklardan hiçbir farkı yoktu. Boşnakların azınlık oldukları bazı şehirlerde Sırpların yaptıkları katliamlar biliniyor, oysa diğer tarafta öyle değildi. Sırpların azınlık oldukları şehirlerde herhangi bir işkence yaşanmıyordu, Boşnaklar ne yedilerse onlar da onu yediler, nasıl yaşandıysa her şey birlikte yaşandı, kimseye zulüm yapılmadı. Örneğin, Boşnakların terk etmek zorunda kaldıkları neredeyse bütün şehirlerde düşman var olan tüm camileri yıkmıştır, tamamen yıkmadıysa da kullanılamaz hale getirmiştir, o kadar ki patlayıcılarla temele kadar yıkıp, taşları nehre attıkları oldu. Yaşanan savaş boyunca 600’den fazla cami, 30’dan fazla türbe yıkıldı. Oysa diğer tarafta Boşnaklar sırf kilise olduğu için o şekilde hiçbir yapıyı yıkmadılar, zarar vermediler. Boşnaklar savaş süresince, yaşadıkları o kadar şeye rağmen, bugün soykırım ve katliam olarak adlandırılabilecek hiçbir olaya sebep olmadılar. Oysa diğer tarafta Srebrenitsa, Priyedor, Foça, Vişegrad, Bratunats gibi şehirlerden bugün büyük bir acıyla bahsediyoruz. Düşmanın oluşturduğu kaç tane esir kampı var, oysa Boşnaklar her şeye rağmen işkencelere el sürmediler.
Yani, kısacası, demem o ki Boşnaklar hiçbir zaman kalplerini o şekilde ve o tarzda bir nefretle doldurmadılar, ne savaşta ne de savaştan sonra, birlikte yaşayabilmenin de ana yolu budur. Fakat bu şekilde birlikte yaşamamızın ana sebebi ise savaşın bitimiyle imzalanan Dayton Antlaşması’dır. Yani, biz bu durumu seçmedik, tercih yapma şansımız olsaydı kesinlikle 3 cumhurbaşkanı olan bir ülke yapısını seçmezdik yahut Srebrenitsa soykırımını kabul etmeyen bir kişinin bakan koltuğunda oturmasını kabul etmezdik. Bizler böyle bir ülke yapısına zorlandık, şimdi ise elde olandan en fazlasını kurtarma peşindeyiz. Rahmetli Aliya’nın da dediği gibi “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”
Bu Boşnakların iyi tarafıdır; İslam’a da uygun olarak, nefret kin beslememek, düşmana benzememektir. Bugün de işte böyle birlikte yaşayabiliyoruz. Kolay olduğunu sanmayın, her ne kadar görünüşte normal bir hayat olsa da, sık sık geçmişin izleri insani ilişkilerde ortaya çıkıyor. Çok basit günlük hayatta bile hissedilebilir, müdür-çalışan, profesör-öğrenci, bakan-vatandaş gibi ilişkilerde de ortaya çıkabilir. Öyle durumlarda bazen haklı olsanız da alttan almak zorunda kalırsınız, bazen uğruna şehit verdiğiniz kendi ülkenizde gördüğünüz muamele sonucunda tüm savaşın kızgınlığı ortaya çıkabilir, daha sert tepki verirsiniz. Ama sonuç olarak devam etmek zorundasınız, başka çareniz yok, ya ülkeyi terk edeceksiniz ya da kalıp karmaşık sisteminde, üç millet içinde kaybolmamak, sağlam basmak için uğraşacaksınız.
Boşnakların kötü tarafı ise çabuk unutuyor olmalarıdır. İşte bu yüzden sık sık hatalar da yapabiliyoruz, bu da ülke için, millet için zararlı oluyor. Yine rahmetli Aliya’nın dediği gibi “Zalimleri affetmeyebilirsiniz ama soykırımı unutmayın”. Özetle, “Birlikte nasıl yaşayabiliyorsunuz?” sorusunun cevabı iki kısımdan oluşur: İlki, Müslüman’a yakışır şekilde kendini nefrete kaptırmamak ki bu sadece ikincisini kolaylaştıran unsurdur. İkincisi de, birlikte yaşamaya zorunlu olmaktır. Sonuç olarak Bosna’daki gibi bir mucize ortaya çıkıyor.
Kaynak: Zaman.com.tr
Yazar: Emine Şeçeroviç – Kaşlı
Bosna-Hersek Oslobodjenje Gazetesi, Türkiye Muhabiri