Sırp-Hırvat savaşı, Almanya’nın Hırvatlar lehine ağırlığını koyması ve onun tarafından sürüklenen Avrupa Topluluğu’nun da Zagreb’in bağımsızlık kararını tanıması üzerine, 1992 başında sona erdi. Sırp-Hırvat savaşının sona erdiği nokta, çanların Bosna için çalmaya başladığı noktaydı aynı zamanda. Milošević (Miloşeviç diye okunur), Hırvat cephesindeki işini tamamladıktan sonra, gözünü Bosna’ya dikmişti. Bosnalı Sırplar’ın düşmanca tutumları da durumu giderek kötüleştiriyordu. 1991’in Mayısı’nda, Bosnalı Sırpların partisi olan SDS, Bosna’da Sırp nüfusun yoğun olduğu dört bölgeyi tek taraflı olarak “Sırp otonom bölgesi” ilan etti.
Daha da önemli bir gelişme ise Temmuz 1991’de yaşandı; Milošević’in emri ile, Sirbistan iç işleri Bakanı Mihalj Kertes, Bosnalı Sırplar’ın lideri Radovan Karadžić’e (Karaciç diye okunur) yüklü bir silah sevkiyatı yaptı.
Eylül ayında ise, Bosnalı Sırplar yeni bir adım daha atarak ilan etmiş oldukları “Sırp Otonom Bölgeleri”ni koruması için Federal ordunun müdahalesini istediler.
1992’ye gelindiğinde Bosna hükümeti işte böylesine kritik bir pozisyonun içindeydi. Bağımsızlık ilanının çatışma olmadan Sırplar tarafından kabullenilmeyeceği açıktı.
2 Mart 1992 sabahı referandum sonuçları açıklandı. Oylama Bosnalı Sırplar’ın büyük bölümü tarafindan boykot edilmişti. Bu, sonucu bekleyen Bosnalı Sırp paramiliterler için adeta bir başlama vuruşuydu. Hemen Saraybosna’daki Parlamento binasının yakınlarına barikatlar ve “sniper” (keskin nişancı) mevzileri kurdular. Bosna’daki “iç savaş” görünümlü işgal artık başlamış gibiydi.
6 Nisan 1992 günü Bosna-Hersek Avrupa Topluluğu tarafından egemen bir devlet olarak tanındı. Aynı gün, Sırp paramiliter birlikleri bir ay önce referandum sonuçlarının açıklandığı gün yaptıkları şeyi tekrarlayarak barikatlara ve “sniper” pozisyonlarına yerleştiler. Yine halktan çok sayıda kişi, 50 ila 100 bin Bosnalı, Saraybosna sokaklarına döküldü ve bu cepheleşmeyi protesto etti. Bir tanesi, kameralara karşı “bütün Sırp şovenistleri Sırbistan’a, Hırvat şovenistleri de Hırvatistan’a gitsin, biz burada mutluyuz” diyordu ki, sözleri otomatik tüfek sesleri ile kesildi. Sırp milisler, ateşe başlamışlardı. İlerleyen bir iki hafta boyunca, Banja Luka, Bosanski Brod, Mostar gibi önemli kentlerde silah sesleri ve bombalar duyulmaya devam etti. Sırp paramiliterler, Müslüman kentlerinde korku ve terör estirmeye başlamışlardı.
Nisan ayının ilk günlerinde çok önemli bir gelişme yaşandı. Hırvat kenti Vukovar’ı “temizleme” işini henüz yeni bitirmiş olan Arkan’ın paramiliter grubu, kuzeydoğu Bosna’daki Müslüman ağırlıklı Bijeljina kasabasında beliriverdi birdenbire. Oldukça iyi silahlanmış olan grubun üyelerinin hemen hepsi, Bosna’lı değil, Sırbistan’lı Sırplardı.
Mart ayının sonunda Vukovar’dan güneye inerek Bosna’daki en önemli Sırp ağırlıklı kent olan Banja Luka’da bir süre boy göstermişler, ellerindeki AK-47’ler (Kalaşnikof) ve üzerlerindeki el bombaları ile şov yapmışlardı. Şimdi ise, biraz daha doğuya kayarak, Bijeljina’ya ayak basmışlardı.
Şehre girer girmez terör estirmeye başladılar. Dışarı ulaşan haberlerde, Bijeljina sokaklarında Müslüman cesetlerinin yattığı söyleniyordu. Daha sonra hazırlanan raporlar, birkaç gün içinde yaklaşık yüz Müslüman’ın katledildiğini haber verecekti.
Kısa süre sonra Bijeljina’nın neden ilk hedef olarak seçildiği anlaşıldı. Bu Müslüman kasabası, Sırplar’ın iki eksen üzerinde devam edecek olan işgallerinin çıkış noktasıydı. Nitekim Bijeljina’nın “temizlenmesi”den bir kaç gün sonra, Doğu Bosna’daki pek çok Müslüman ağırlıklı kent ve kasaba daha saldırıya uğradı. Bu iş için, Arkan’ınkilerin yanında öteki neo-Çetnik grupları da devreye girmişlerdi. Šešelj’in (Şeşely diye okunur) Çetnikleri ve Mirko Jović’in (Mirko Yoviç diye okunur) kendilerine “Beyaz Kartallar” denen gerillaları bunların en ünlüleriydi. Bu “Çetnik” birlikleri, “ince iş”, yani Müslüman ahalinin etrafa büyük bir korku salacak şekilde vahşice öldürülmesi için kullanılıyordu. Daha geniş çaplı askeri operasyonlar içinse Federal ordu birlikleri devreye girdi. Nisan’ın ikinci haftasında Zvornik kentine tank ve topçu ateşiyle gerçekleştirilen saldırı bunun ilk belirgin örneğiydi. Federal ordunun işin “kabasını” bombalarla halletmesinin ardından ise, “ince iş” için yine Çetnikler devreye giriyorlar ve şehri, karşılarına çıkan her Müslümanı kadın-çocuk ayrımı yapmadan boğazlayarak etnik yönden “temiz” hale getiriyorlardı. Bu terörün neden olduğu korku dalgası sonucunda, Zvornik, Višegrad (Vişegrad) ve Foča (Foça) kentlerinin yer aldığı güneydoğu Bosna bölgesindeki Müslüman nüfusun %95’i birkaç hafta içinde evlerini terk ederek orta Bosna’ya doğru kaçtılar.
Tüm bu olayların Belgrad’da planlanan sofistike bir strateji dahilinde yürüdüğüne kuşku yoktu. Nitekim Bosna’lı Sırp ahaliyi radikalize ederek onları Çetnik tarafına kazandırmak için yapılan “kara propaganda” da yine Belgrad’dan yayılıyordu; Belgrad Radyo-Televizyonu, Çetnikler Müslümanlar’ı boğazlamaya başladığı sıralarda, Bosna’daki Sırplar’ı “Ustaşalar’ın ve köktendincilerin başlattıkları cihadın vahşetinden korunmaya” çağıran yayınlar yapıyordu. Bir yandan da Müslüman Sırplar’ı kesmek için hazırladıkları, ama Çetniklerin “kurtarıcı” müdahalesi ile son anda engellenmiş olan “cihad planı” ile ilgili söylentiler yayılıyordu Bosnal’ı Sırplar’ın arasında. Çetnik propagandası ile beyni yıkanmış bir kadın, Reuters muhabirine Drina nehri kıyısındaki bir mıntıkayı göstererek heyecan içinde şunları anlatıyordu:
„Şu alanı görüyor musunuz? Cihad işte buradan başlayacaktı. Foča da Müslümanlar’ın yeni Mekkesi olacaktı. Öldürülmek için seçilmiş olan Sırplar’ın adlarının tek tek yazdığı listeler vardı Müslümanlar’da. Benim her iki oğlumun adı da bu ölüm listesinde geçiyordu, domuzlar gibi boğazlanacaklardı. Bense tecavüz edilecek kadınlar listesindeydim.”
Bu kadının ya da onun Sırp komşularının hiçbiri söz konusu “liste”leri görmemişlerdi ama hepsi de bunların varlığına kesinlikle inanıyorlardı. Milošević, kurduğu etkili kara propaganda yöntemi ile, Çetnik terörünün katlettiği Müslümanlar’ın Bosna’lı Sırplar’ın önemli bir bölümü tarafından “yeşil tehlike” olarak algılanmasını sağlamıştı.
Bir Doğu Bosna bölgesi bir de Kuzey Bosna’daki Bijeljina-Banja Luka-Krajina hattı olmak üzere iki eksen üzerinde yürütülen bu işgal operasyonunun ilk beş haftası sonunda, Federal ordu ve Sırp paramiliterler (neo-Çetnikler), Bosna-Hersek topraklarının %60’ını işgal ettiler.
Savaşın ilk birkaç haftasında bu denli büyük bir işgal yaşanmasının ve bu status quo’nun uzun süre -Ağustos 1995’e kadar- ciddi bir değişiklik yaşamamasının en büyük nedeni, Müslümanlar’ın askeri durumuydu. Sırplar Nisan ve Mayı s ayları içinde hızla ülkenin büyük bölümünü ele geçirmişlerdi, çünkü herhangi bir orduya hatta ciddi bir silahlı varlığa sahip olmayan Müslümanlar önemli bir direniş gösterememişlerdi. Ancak ilk şok atlatıldıktan sonra, önce paramiliter Müslüman savunma birlikleri, sonra da düzenli Bosna-Hersek ordusu (Armija BiH) oluşturuldu. Ama, Bosna’nın kurtuluşunun en önemli, hatta yegane anahtarı olan Armija BiH’i oluşturmak ve daha sonra da dev Sırp ordusu karşısında etkili hale getirmek, hiç kolay olmadı. Çünkü Yugoslavya topraklarına uygulanan silah ambargosuna Bosna-Hersek’i de dahil etti ve hiçbir zaman bu ambargonun Müslümanlar lehine kaldırılmasına izin vermedi.
Savaş, önce 21 Kasım 1995’de karara bağlanıp 14 Aralık 1995’de imzalanmış olan Dayton Barış Antlaşmasi ile son bulmuştu.
Bosna’da yaşananlar, bazı siyasi yorumcular tarafından uzun süre kasıtlı bir biçimde bir “iç savaş” olarak tanımlandı ve öyle gösterilmeye çalışıldı. Oysa yaşanan olay bir iç savaş değil, Bosna-Hersek’in Sırbistan tarafından işgaliydi. Bosna’lı Sırplar tarafından çatışmalardan bir süre önce kurulan “Sırp Otonom Bölgeleri”nde yerel Sırp güçlerinin oluşturulduğu ve bunların Nisan 1992’de başlayan etnik temizliğe katıldıkları doğruydu. Ama operasyonu asıl gerçekleştirenler, Belgrad’ın emrindeki Federal ordu birlikleriyle Sırbistan’dan gelen paramiliter gruplar, yani neo-Çetniklerdi. Milošević ve Federal ordu komutanlar ise, herkesle alay edercesine, bunun tam aksini savunuyorlardı. Federal ordu uçakları Kupres, Doboj ve Tuzla gibi Müslüman kentlerini bombalarken, onlar ordunun Bosna’da “asayişi sağlamak” ve yerel silahlı güçler arasındaki çatışmaları önleyerek barışı korumak amacıyla bulunduğunu söylüyorlardı.
Milošević, Sırbistan’dan hiçkimsenin Bosna sınırını geçerek bu ülkedeki çatışmaya katılmadığını bile söyleyebiliyordu gazetecilere karşı. Bunun yalan olduğunu ise herkes biliyordu. Sırbistan’da eğitim görmüş paramiliter gruplar ellerini kollarını sallayarak Bosna’ya giriyorlardı, dahası, Sırbistan-Bosna sınırına giden gözlemciler, “büyük konvoylarla silah ve cephane taşındığını, çok sayıda askerin Bosna’ya sevk edildiğini” haber veriyorlardı.
27 Nisan günü Sırbistan ve Karadağ yönetimleri, bu iki devletten oluşan Yeni Yugoslavya adlı federal devletin kuruluşunu ilan ettiler. Bu gelişme, Bosna’daki Federal ordu birliklerinin gerçekte bir işgal gücü olduğunu açıkça tescil ediyordu aslında; Yeni Yugoslavya’da yer almayan bağımsız Bosna-Hersek devletinin topraklarında Belgrad’ın emrindeki bir Federal ordunun savaş operasyonları yürütmesinin başka bir anlamı yoktu. Miločević, diplomatik açıdan kendisini zor durumda bırakan bu sorunu çözmek için, Sırbistan’ın Bosna topraklarındaki Federal ordu ile olan bağlarını kesmeye karar verdi; tabi yalnızca göstermelik olarak. Mayıs başında Yeni Yugoslavya vatandaşı olan tüm askerlerin Bosna’dan geri çekileceği Milošević tarafından açıklandı. Sırbistan vatandaşı olan subayların boşalttığı yerlere Bosnalı Sırplar’dan kişiler seçildi, ordunun genel komutası ise Bosna’lı bir Sırp olan General Ratko Mladić’e (Mladiç diye okunur) devredildi.
Tabi general seviyesinde gerçekleşen bu “devir teslim”in ordu genelinde yapıldığını gösteren ve sayıları 80 bini aşan Sırbistan ve Karadağ’lı askerlerin gerçekten Bosna’dan çekildiğini belirleyen hiçbir delil yoktu. Mladić’in devraldığı ordu, tüm ihtiyaçları hala Sırbistan tarafından karşılanan, tüm silah ve cephanesini Sırbistan’dan alan bir orduydu. Mladić’in Milošević tarafından atandığı ise son derece açıktı. Kısacası bütün tablo, Sırbistan’ın Bosna’lı Sırplar liderliğindeki ordusunu kullanarak Bosna-Hersek’i işgal ettiğini ve etnik yönden”temiz” hale getirmek için sivil halka karşı katliam uyguladığını açıkça gösteriyordu.