Türk Göç Politikası ve İskân Uygulamaları
Türkiye’ye gelen göçmenlerin en önemli özelliği tümünün Müslüman oluşudur. Gelenlerin büyük bölümü şive farklılığına rağmen Türkçe konuşmaktadırlar. Yalnız bunlara Boşnakları, Arnavutları, Çerkezleri, Abazaları ve Gürcüleri dâhil edemeyiz.
Türkiye’ye gelen göçmenlerin yaş, cinsiyet, öğrenim, meslek, anadil, medenî durumu vb. niteliklerini gösteren istatistik bilgiler yetersiz olup belli yıl ve gruplara ait bazı bilgiler toplanabilmektedir. Örneğin, 1950-51 yıllarında gelen göçmenlerin büyük çoğunluğunun anadili Türkçedir. Göçmenler o yıllardaki Türkiye nüfusu ortalamasından daha yüksek oranda okuryazar nüfusa sahiptirler. Özellikle kadınlar arasında okur-yazarlık oranı daha yaygındır. Göçmen nüfusun %70’i 45 yaşın altındaki genç nüfustur. 1923-1960’lı yıllara kadar Türkiye’ye gelen göçmenlere devlet tarafından uygulanan politikalar doğrultusunda barınma ve iş olanakları sağlanmıştır. Gelenlerin büyük çoğunluğunun çiftçi olması kırsal alana yapılacak yerleşime uyum sağlamaları açısından, iklimin ve geldikleri üretim tarzlarının önemini artırmıştır.
Ayrıca göçmenlerin büyük çoğunluğunun il, ilçe ve köylere serpiştirilmek suretiyle yerleştirilmelerinin, onların sosyal bakımdan çevreye ve topluma uyması, kaynaşması yönünden daha az sakıncalı olacağı düşünülmüştür. Göçmenlere iş imkânlarının sağlanması ve çalışma şartlarının iyileştirmesi amacıyla aynî ve nakdî yardım yapılmış, bu çerçevede çiftçi ailelere toprak, tohum, çevirim ve donatım kredisi, zanaatkâr göçmen ailelerine de konutun yanı sıra döner sermaye kredisi verilmiştir. 1960 yılından sonra gelen göçmenlerin büyük çoğunlunun kentlere yerleştiği görülmektedir. Bu dönemde ülkeye çok az sayıda iskânlı, göçmen kabul edilmiştir. Gelen göçmenlerin serbest göçmen statüsünde oldukları için daha önce Türkiye’ye göç etmiş yakınlarının bulunduğu yerleşim yerlerini tercih ettikleri gözlenmiştir. Bu tercihte istihdam, iklim ve kültürel yakınlık boyutlarının önem kazandığı bilinmektedir. (Doğanay 1997:194)
Göçmenlerin uyum sorunları konusunda bilgilerimiz çok yetersizdir. Mevcut bilgiler, göçmenlerin geldiği yıllarda yapılan sınırlı bazı araştırmaların verilerine dayanmaktadır.Göçmenlerin yerleşim programları çerçevesinde tip projeler esas alınarak plânlanan konutlar, bu yerleşim için kurulan köylerde ya da kentlere veya yerli köylere eklenen mahallelerde yapılmıştır. Ancak özellikle kırsal kesimlerde yapılan yerleşmelerin başarılı oldukları söylenemez. Yerleştirilenler büyük kentlere göç etmek zorunda kalmışlar ve kentlerin dış mahallelerinde yoğunlaşmışlardır. Kentlerde yerleştirilen göçmenler için yapılan konutlar genelde kentlerin dış semtlerinde ve 300-400 m2 parsellerin içinde tek katlı 65-90 m2’lik tip plânlara göre yapılmıştır. Günümüzde büyük kentlerin önemli yerleşim merkezleri konumuna gelmiş olan İstanbul’un Taşlıtarlası ile Ankara Varlık Mahallesi bu uygulamaların ilginç örnekleridir. Bu mahallelere yerleştirilenlerin çok az sayıdaki bölümü konutlarını terk etmiştir. Kırsal alanlarda kurulan köylerde konut ve işletme binaları yapılmış ve imar plânı doğrultusunda ortak kullanım alanları belirlenmiş okul, cami, köy konağı gibi bazı sosyal tesisliler de kurulmuştur. Tüm bu olanaklara rağmen özellikle Güneydoğu, Doğu ve İç Anadolu bölgesindeki kırsal yerleşmelerde göçmenlerin büyük bir bölümü köylerini terk ederek ya da yerli halka satarak Batı bölgelerine yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Ege ve Akdeniz bölgesindeki kırsal yerleşmelerden göç çok düşük oranda olmuştur. Yerli halka olan uyuşmazlık dışında eğitim ve istihdam sorunlarının çözülemeyişi de göçmenleri ülke içinde yeniden göçe zorlamıştır. Daha sonraki dönemde (1980 itibariyle) göçmenlerin konut sorununu toplu konut yaklaşımı ile çözmeyi amaçlayan projeler üretilmişti ve Anadolu’nun küçük ilçelerinde bile yapılan uygulamalarda yerleşmeler ya toplu konut alanlarında olmuş ya da bu yerleşmeler için belirlenen alanlar daha sonra toplu konut alanlarına dönüştürülmüştür.
Göçmenlerin yerleştirilmesi işlemleri Tanzimat Fermanı’nın ilânına kadar Bâb-ı Âli’nin eyaletlere göçmenler geldikçe gönderilen fermanları doğrultusunda oluyor veya göçmenlerin başvuruları üzerine kendilerine para ve malzeme yardımı yapılıyordu. 1859 yılına kadar şehremanetine bırakılan göçmenlerin yerleştirilmesi işleri, Kırım Savaşı sonrası hızla artan göçler nedeni ile yoğunluk kazanmıştır ve şehremanetinin, sorunun çözümünde yeterli olmayışı sonucu devlet, bu sorun ile uğraşacak bir komisyon kurulmasına ilişkin yasa çıkartmak zorunda kalmıştır. Yasa ile ‘İskân-ı Muhacirîn’ adı altında kurulan ve göçmenlerin yerleştirilmesine ilişkin tüm işlemleri yürütmekle sorumlu olan komisyonun adı daha sonra ‘Muhacirîn ve Aşair Müdüriyet-i Umûmiyyesi’ olarak değiştirilmiş ve bu kurum, çalışmalarını Cumhuriyet’e kadar sürdürmüştür. Bu komisyon tarafından çok sayıda göçmen Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Adana, Aydın, İçel, Bursa, Adapazarı ve İzmit çevresine yerleştirilmiştir. (Doğanay 1997: 194-205)
Zamanla ortaya çıkan ihtiyaç ve talepler doğrultusunda çıkarılan çeşitli kanunlarla bu kuruluş sırasıyla: ‘İskân Umum Müdürlüğü’, ‘Toprak ve İskân İşleri Genel Müdürlüğü’ olarak isim değiştirmiştir. Son olarak 22.05.1985 gün ve 18761 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 3202 sayılı kanunla da ‘Toprak İskân İşleri Genel Müdürlüğü’ kaldırılmıştır. İskân hizmetlerini yürütme görevi aynı kanunla kurulan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Cumhuriyet döneminden önce iskân ve göç hareketleriyle ilgili olarak ortaya çıkan taleplerin karşılanabilmesi bakımından birçok mevzuat yürürlüğe sokulmuş ise de ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmıştır. Cumhuriyet döneminde iskân hizmetlerinin daha iyi yapılabilmesi için 21.06.1934 tarihinde 2510 Sayılı İskân Kanunu çıkarılmış, dağınık olan iskân mevzuatı o zamanki ülkelerden yurdumuza göçmen olarak gelen ailelerin iskânını sağlamıştır. Ayrıca, iskân edilen insanların istek ve ihtiyaçları zaman içinde sık sık değiştiğinden, değişen bu ihtiyaçların karşılanması için 2510 Sayılı Kanuna ek olarak birçok kanun (15 adet Nizamname, Bakanlar Kurulu Kararları ve Genelgeler) çıkartılmıştır.
Osmanlı Devleti, 1877 yılına kadar gelen göçmenlerden yüksek memur, ilmiye sınıfı mensubu veya zanaatları ancak kentlerde yapılabilenlere, kentlerde yerleşme izni vermiş, diğerlerinin kent merkezlerinde yerleşmesini istememiştir. Ancak göçmenlerin sayısının artması sonucu birçok kunduracı, marangoz, berber ve benzeri küçük esnaf ile kent hayatına ve ticarete alışmış olan çok sayıda göçmen, yerleştirildikleri köy ve kasabalara uyum sağlayamadıkları için kentlere göç etmek zorunda kalmışlardı.
Ayrıca özellikle kırsal kesimdeki yerli halkın tepkisinin giderek büyümesi ve rahatsızlığın artması, devleti, 1878 yılında yeni bir karar alma gereği ile karşı karşıya bırakmış ve yayımlanan bir talimatla göçmenlerin kentlerin çevresine yerleşmelerine izin verilmiştir. Bu karardan sonra Anadolu kentlerinde kısa bir süre içinde göçmen mahalleleri ortaya çıkmıştır.
Ankara’daki Boşnak, Eskişehir’deki Tatar mahalleleri bu gelişmenin en iyi örnekleridir. Türkiye’ye, Cumhuriyet döneminde, Yugoslavya’dan 77.431 aileye mensup olarak 305.158 kişi göç etmiştir. Bu ailelerden 1950 yılına kadar gelenlerden 14.494 kişi devlet tarafından iskân edilmiştir. Ailelerin diğer bölümü serbest göçmen olarak Türkiye’ye yerleşmişlerdir. Yugoslavya’dan yapılan göçün Yunanistan ve Bulgaristan’dan olduğu gibi politik zorlamalardan kaynaklanmadığı, göçün sosyo-ekonomik nedenlere dayandığı kabul edilmiştir. Bunun yanlış olduğunu biliyoruz. (Doğanay 1997: 194-205)
Boşnakların Türkiye’ye Yerleşmesi
19. asrın son yıllarında Anadolu’ya hem Balkanlardan hem de Kafkaslardan binlerce muhacir gelmiştir. Muhacirlerin Anadolu’ya gelişi ve yerleşmesi nüfus bakımından büyük değişmelere sebep olmuş, nüfus sayısı sürekli artmıştır. İlk gelen muhacirler kırsal kesimlerde yerleştiriyorlardı. Daha sonra muhacirlerin büyük şehirlerin dışındaki mahallelere yerleştiklerini görüyoruz.
Bu şekilde meselâ 1881-1892 arasında Ankara’da ve Çorum’da Boşnak mahalleleri ortaya çıkmıştır. Gelen Boşnak muhacirlerin bir kısmı zanaatkârdı ve onların geçim sağlamak konusunda daha az zorlandığı söylenir. Boşnak muhacirlerin en büyük sorunu dildi. Türkçe bilmiyorlardı. Osmanlı Döneminde 1878’ten sonra gelen Boşnaklar, İzmir, Eskişehir, Bursa, Yenişehir, Ankara, İstanbul, Karamürsel, İnegöl, Biga, Afyonkarahisar, İzmit ve Adapazarı’na yerleşirler. Boşnak muhacirlere ev yapmak için devlet toprak vermiştir. Bazı muhacirler dağlık yerleri ve köyleri tercih ederken bazıları büyük şehirleri tercih ederler. İstanbul’a yerleşen bir grup Boşnak, Bosna’daki durumlarını gündeme getirmek ve müdahale etmek için 500 üyesi olan bir dernek kurar. Derneğin başkanın adı Ali Şevket Yunuzefendic’tir. Bu dernek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna- Hersek’i ilhak etmesine karşı 1908 yılında İstanbul’da mitingler düzenler. 1910 yılında Türkiye’ye gelen Boşnak muhacirlerin üçte biri ölür. Ölenlerin çoğu çocuklardır. Bunun sebebi iklim değişikliğidir. Soğuk ve serin Bosna’dan, sıcak Anadolu’ya geldikten sonra yeni iklime hemen adapte olamadıkları için ve sıtma hastalığına yakalandıklarından ölürler.
Marmara bölgesine yerleşenler çok daha kolay adapte olmuşlardır. 1970’lı yıllarda S.Smlatic, Türkiye’deki Boşnak muhacirler hakkında kitap yazar. Bu kitapta Boşnak muhacirlerin ilk geldikleri zamanda hastalıktan, iklim değişikliğinden çok sayıda öldüğünü söyler ama doğum oranı yüksek olduğundan sayı bakımından büyük bir düşüş olmadığını kaydeder. İlk gelen muhacirlerin en büyük sorunu O‘na göre dildir. Yaşlı muhacirler için bu sorun daha da yoğun yaşanmaktadır; çünkü hemen dil öğrenemezler ve pek çoğu Türkçe öğrenmeden ölür. (Bandzovic 2006:626-636)
Türkiye’ye gelen Boşnak muhacirler genellikle bir arada yaşadılar. Boşnak köyleri veya Boşnak mahalleleri oluşturdular. Daha çok kendi aralarında evleniyorlar ve görüşüyorlardı. Evlerini de eski Boşnak evlerine benzeterek yapıyorlardı. Türkiye’ye gelen Boşnaklar, Türkiye’nin her tarafına yerleşmişlerdi. Daha yoğun olarak Adapazarı, İzmit, Yalova ve Bursa gibi Marmara bölgesinin şehirlerine yerleştiler.
1912 yılında gelen Boşnakların bir kısmı Çanakkale’ye yerleştiler. Karamürsel’de çok sayıda Boşnak köyü vardır. İzmir, Burhaniye ve Ayvalık’a yerleşen Boşnak muhacirleri hem iklimden hem de toprağın verimliliğinden dolayı zengin olmuşlardı.
Atatürk’ün iktidara gelmesiyle Türkiye’de çok şey değişmiştir. Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır. Batılılaşma süreci ve lâiklik, yeni devletin en önemli yeniliklilerdendi. O dönemde gelen Müslüman muhacirler arasında eğitimli olanlar çok daha kolay iş bulma imkânı sağlamışlardı. Çünkü o dönemde yeni Türkiye’nin eğitimli kadrolara ihtiyacı vardı. Türkiye Cumhuriyeti, 1934 yılında Türkiye’ye gelen muhacirler hakkında bir yasa getirir ve komşu ülkelerle muhacir sorunu hakkında müzakereyi başlatır. Bu müzakereyi Türkiye o zaman Yugoslavya Krallığıyla da yapmıştı ve Yugoslavya Krallığı 1934 yılında bu anlaşmaya göre bir proje hazırlamıştı. Bu projeye göre beş yıl içinde 200.000 Boşnak’ın Yugoslavya’dan Türkiye’ye gönderilmesi plânlanıyordu ve bu şekilde Yugoslavya, Yunanistan ve Bulgaristan gibi Türkiye’yle Müslüman nüfusu sorununu çözmüş olacaktı. Türkiye, ilk önce bu muhacirleri Türkiye’nin Irak ve İran sınırına yerleştirmeyi plânlıyordu; ama bu plân tam olarak gerçekleştirilemedi. O dönemde gelen Boşnak muhacirler, Elazığ ve Erzincan bölgesine yerleştiriliyordu. Bu bölgeye gelen muhacirlerin belirli bir zamandan sonra bölgenin şartlarına alışamaması ve daha önce gelen akrabalarının daha çok Batı bölgelerinde yaşamalarından dolayı büyük bir kısmı Türkiye’nin Batı bölgelerine gitmeye karar verdi. İzmir ve İstanbul gibi büyük şehirler, muhacirlere iş konusunda daha çok imkân sunuyordu. İş imkânları da muhacirlerin büyük şehirlere yerleşmesinin en büyük sebebiydi. (Bandzovic 2006:649-654)
İstanbul’da Boşnak muhacirlerin en yoğun yaşadıkları semtler şunlardır: Pendik, Yenibosna, Bayrampaşa, Beşyüzevler, Alibeyköy, Zeytinburnu, Küçükköy ve Kartal. Daha önce gelen muhacirler Fatih, Edirnekapı, Eminönü semtlerine yerleşmişlerdi. Muhacirler ilk beş sene vergi de ödemekten muaftılar ve bu durum kendilerinin iş kurmalarına kolaylık sağlıyordu.
Türkiye’ye gelen Boşnak muhacirlerinin özellikle köyden gelenleri büyük bir medeniyet veya kültür şoku yaşadılar. 1960’lı yıllarda gelenler genellikle fabrikalarda iş buluyorlardı. Türkçeyi genellikle fabrikalarda Türk arkadaşlarından öğreniyorlardı. Türkçeyi öğrenmek için ne devlet ne de sivil toplum kuruluşları Türkçe kursları organize etmemişlerdi.Bundan dolayı kadın nüfusu Türkçe öğrenmekte daha büyük zorluk çekiyordu. Çünkü kadınlar, daha çok evde kalıyorlardı ve kendi aralarında görüşüyorlardı. Türk toplumuyla temasları çok kısıtlıydı. Genç nesiller okula başladıktan sonra Türkçeyi öğreniyorlardı. Okul,onların Türk toplumunla temasa geçtiği belki tek yerdi. Çünkü yaşadıkları mahalleler çoğu Boşnak muhacirlerden oluşuyordu. Kendi aralarında evlendikleri için bu semtlerde sonra da yaşamaya devam ediyorlardı. Bu eğilim zamanla biraz da olsa değişmeye başladı. Genç nesil daha çok Türk toplumuna dâhil olmaya başlamıştı. Evlilikler de diğer Boşnak olmayan gruplarla çoğalmaya başlamıştı. Dedelerin ve babaların yaşadıkları semtlerden farklı bölgelere de taşınmaya başladılar. Gelen muhacirler arasında şehirli olanlar çok daha kolay adapte oluyorlardı yeni ortama. Aynı zamanda eğitimli olanlar iş konusunda da daha şanslılardı.
Muhacirlerin hep bir arada yaşaması onların âdetlerini, geleneklerini ve dillerini unutmamalarına yardımcı olmuştu. Tabiî ki bugün büyük çoğunluğu özellikle dördüncü veya beşinci nesil Boşnakçayı daha az bilmektedir veya tamamen unutmuştur.
Türkiye’ye gelen Boşnak muhacirleri Slâv kökenli soyadlarını Türk soyadlarıyla değiştirmek durumunda kalmışlardı. Yeni soyadlarını geldikleri yerlerden esinlenerek alıyorlardı. Bunlardan birkaç örnek: Akova, Sancaklı, Balkan, Boşnak vb. Bazı muhacirlerin söylediklerine göre bu konuda büyük bir sıkıntı duymamışlardı; çünkü Slâv soyadlarıyla farklılıkları daha belirgin olacaktı ve bunu da istemiyorlardı. Devletin politikası da Türk olmayan muhacirlerin Türk toplumuna uymasını bir şekilde destekliyordu. Boşnakların Türkiye’ye Osmanlıdan beri olan bir kültür yakınlığından dolayı dil bilmemelerine rağmen Türk toplumuna uyum sürecinin çok zor olmadığını görüyoruz. Bu uyum sürecini kolaylaştıran diğer bir faktör de Boşnakların kimliklerinin din üzerinde kurulmasıdır.
Türkiye’ye Müslüman olarak yaşayabilmeleri için geldiler, din için geldiler ve burada dinî kimliklerini rahat bir şekilde yaşayabiliyorlardı. 1990’lı yıllarda Bosna Savaşı Türkiye’deki Boşnak muhacirleri için bir dönüm noktası olmuştur. O dönemde (1992-1995) zulme uğramış soydaşlarına yardım etmek için kültür ve dayanışma derneklerini kurdular. Adapazarı, İstanbul, Bursa, İzmir onlardan sadece birkaçıdır. Bosna Savaşı’nda yaşanan katliamları gündeme getirmeye çalıştılar, Bosna’ya yardım ettiler. Bu derneklerin savaştan sonraki faaliyetlerine Boşnak kültür ve geleneklerini yaşatma faaliyetleri de eklenmiştir.
SONUÇ
19. asrın son yıllarında Anadolu’ya hem Balkanlardan hem de Kafkaslardan binlerce muhacir gelmiştir. Bu göçün sebebi şüphesiz Osmanlı Devleti’nin bu bölgelerden çekilmek mecburiyetinde kalmasıdır. Balkanlardan gelen muhacirlerin içerisinde Boşnaklar da vardır. Onların göçleri 19. Yüzyılın son çeyreğinde başlamış, yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar devam etmiştir. Boşnakların geldikleri coğrafya, tarih boyunca pek çok milletin yaşadığı önemli bir coğrafyadır.
Fatih Sultan Mehmed idaresindeki Osmanlı ordusu, 1463 yılında Bosna’yı fetheder. Osmanlı egemenliği Bosna’da 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’na kadar devam etmiştir. Bu tarihte Bosna, Avusturya-Macaristan’ın kontrolüne verilmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı işgal ettikten sonra 1918’e kadar Bosna’dan Türkiye’ye beş büyük göç dalgası olur.
İlk büyük göç, 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna’yı işgalinden hemen sonradır. İkinci göç, 1882 yılında gerçekleşmiştir.
Bu göçün sebebi Avusturya’nın Boşnaklara askerlik mecburiyeti getirmesidir. Bu durum Boşnakların isyanı ile sonuçlanmıştır. Üçüncü göç dalgası ‘Dzabic hareketiyle’ 1900 yılında olmuştur. Dördüncü dalga 1908 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhakı sonucunda gerçekleşmiştir. Beşinci dalga ise 1918 yılında olmuştur. Bu beş büyük göç dalgasının yanı sıra Boşnakların başka göçleri de olmuştur. Bugünkü Sırbistan ve Karadağ’da (Sancak bölgesi) yaşayan Boşnakların göçleri 1970’li yıllara kadar devam etmiş, bu göçlerin sonucu olarak Türkiye’ye çok sayıda Boşnak muhacir yerleşmiştir. Bu gün Türkiye’nin çeşitli kentlerinde (İstanbul, Ankara, İzmir, Sakarya, Adana, Sivas, Kütahya, Karamürsel, Bursa gibi) çok sayıda Boşnak kökenli vatandaş yaşamaktadır.
KAYNAKLAR
AYDIN, Suavi (1999), Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara.
BANDZOVİC, Safet (2006), Iseljavanja Bošnjaka u Tursku, Sarajevo.
BOJIC, Mehmedalija (2001), Historije Bosne i Bošnjaka, Sarajevo.
DERVISEVIC, Alaga (2006), Bošnjaci u Dijaspori, Sarajevo-Wuppertal.
DİA, Bosna Eyaleti Maddesi (1992), C. 6, s.296-297, İstanbul
DOĞANAY, Filiz (1997), ‘Türkiye’ye Göçmen Olarak Gelenlerin Yerleşimi’, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi 20-22 Kasım 1996, D.İ.E.-Sosyoloji Derneği, Ankara, 1997, s.194-205.
DURAKOVIC, Nijaz (1998), Prokletsvo Muslimana, Tuzla.
GELLNER, Ernest (1983), Nations and Nationalism (New Perspectives on Past) IthacaSeries, New York.
HANGİ, Antun (2009), Život i Obicaji Muslimana u Bosni i Hercegovini, Sarajevo.
IBRELJIC, Izet (2007), Evropski Muslimani na Pocetku 21. Stoljeca, Tuzla.
IMAMOVIC, Mustafa (1998), Historija Bošnjaka, Sarajevo.
KARPAT, Kemal (2010), Osmanlıdan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, İstanbul.
MALCOM, Noel (1995), Povijest Bosne, Zagreb-Sarajevo.
PRGUDA, Abid (1990), Sarajevski Proces, Sarajevo.
RASTODER, Šerbo (2011), Kad su vakat kaljali insani-Šahovići 1924, Podgorica.
TAGIL, Sven (1993), Den problematiska etniciteten; Nationalism, migration samhallsomvandling, Lund.
TRHULJ, Sead (1992), Mladi Muslimani, Zagreb