Yazar: Mustafa BUSULACİÇ
Çeviren: Samir VİLDİÇ
İnsanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış devlet ve medeniyetlerin bozulmasını incelerken, Fransa düşünürü Le Bon, manevi değerlerin azalması sonucu ortaya çıkan zihinsel yapısının düşüşlerinin sebepleri arasında önemli bir faktör olduğu ortaya koyarken bozulmanın temel yasasını da tespit etmiştir. Diğer bir ifade ile değerlerin alışılmadık düşüşü, kendisiyle birlikte tüm ulusların ve bazı toplulukların sonunu da hazırlamıştır. Dolayısıyla hangi dönemde geliştiği fark etmeksizin her kültürün değeri fiziksel sağlığını, manevi kimliğini ve kurucularının yaşam gücünü koruduğu ve koruyabildiği ölçüde değer taşır. Aksi takdirde kültür ve taşıyıcılarının ölümünü getiren krizlere batar.
Birçok manevi önder ve düşünürün de teyit ettiği gibi, bugünkü Batı kültürünün sonucunda oluşan iç dünyasındaki moral temelini/ahlakını kaybeden modern insanın (özellikle Avro Amerikan) hayatının tamamına yansıdı. Bu sonuçlar sadece manevi değerlerde değil çağdaş insanın vücut sağlığında da görülmekte. Dönemimizin pratik materyalizmi insanların hayatlarında bütün dehşetiyle açıklığa kavuşmuştur. Tüm olağanüstü dürtülerden yoksun ve dizginsiz medeniyet tarafından getirilen diğer bir çok bozulmanın yanında, geçici hevesler adına ahlaki – cinsel çapkınlık kör açgözlülük ve canavarlık boyutuna ulaşmıştır.
İnsan, doğası ve vicdanına yerleşen ahlak yasasından kurtulma çabasıyla insanlığını kaybediyor. Modern dünyada, özellikle savaş sonrası kaosta Tanrı yerine madde ve paraya tapan insan – hayvan modeli ortaya çıkarmıştır. Bugün sadece manevi fakirlikten değil, fiziksel çıplaklıktan da bahsedilebilir. Freud’un panseksualizm hakkındaki teorisi maddi medeniyete layık olarak utanmazlık, vücuda hizmet, nefsi tatmin etmek ve insandan çok hayvana yakışan cinsel sefahat ve çapkınlık bugün pratik tarafını da kazanmıştır. İnsan içgüdüleri ve nefsinin kölesi olursa hayvan seviyesine düşer, zira geri kalan aklı hayvansal yöne hizmet etmeye başlar. İnsan nefsinin alevlenmesine ve erotik içgüdülerin gelişmesine bugün aşk maceralarını ve gangster kahramanlıklarını işleyen resimler, çeşitli gösteriler, güzel edebiyatın büyük bir kısmı ve bir dizi roman hizmet etmektedir. Tiyatro ve güzel sanatların savunulması hakkında her ne kadar tez öne sürülürse de onlar yine belirtilen amaca hizmet ederler.
Bununla bağlantılı olarak insanın psikolojik – sosyal sorunlarını işleyen güçlü dramaların bir çoğu aşk motiflerinden kurtulamadı. Onun için drama sanatı hiçbir zaman İslam çevrelerinde gelişim gösteremedi. Diğer taraftan İslam figür ve vücut çıplaklığından kaçınarak güzel sanatlara da özel bir önem vermemiştir.
Utanma duygusunu ve bununla beraber insanlık onurunu kaybeden erkek – kadın vücut tahrikinin kurbanı olmaktadır. Utanma duygusu yoksa dürüstlük de yoktur, dolayısıyla insan bütün ahlaki sorumluluklardan kurtulur. Muhammed (a.s)’in da dediği gibi: ‘Utanmıyorsan dilediğini yap.’
Kadının ahlaki – cinsel yozlaşması, toplumdan korkunç şekilde intikam almaktadır. Toplumun temeli ailedir. Evlilik üzerine temellenen aile ise biyolojik ihtiyaçtır. Ailenin temeli de kadın – annedir. Annelik, kadın varlığının özüdür. Bu konuda kadın yaşam sürekliliğinin taşıyıcısıdır. Annelik kadınların en yüce ve doğal mesleği, onun dünyadaki ana rolüdür. Annelik konusunda kadın erkekten üstündür (daha fazla güce sahiptir). Kadın doğal mesleği olan annelikten uzaklaştıkça toplumun temel hücresi dağılır. Bunun sonucunda zina, bulaşıcı hastalıklar, bebek katliamı (kürtaj), çocuk doğurma ve evliliğe karşı tiksinme meydana gelir, toplumun hayat gücünü eritir ve ölümünü getirir. Bazı tarihi gerçekler de bunun kanıtıdır.
Eski Atina’nın ilk dönemlerinde aile hayatı korunmaktaydı. Kadın evini korur, kendini de çocuk yetiştirmeye adardı. Eski Atina’da kadının erkek karşısında çok alt seviyede bulunduğu doğru, ancak yasalar ve sosyal mahkeme ailenin saflığını korurdu. Solon yasalarına göre bir Atinalı, eşiyle flört eden birini öldürebilirdi. Ve bu durumda vatandaşlık haklarını korumak için koca eşini boşamak zorundaydı. Atina’da yetişme disiplini çok ağırdı. Daha Alkibiyad döneminde aile hayatındaki disiplin bozulmaya yüz tuttuğunda aşırı zenginlik etkisinde kadın evini terk etmeye, kendini zinaya vermeye ve evliliğe karşı tiksinmeye başladı. Tükenmiş organizma misali Atina zayıflamaya başladı.
İlk dönemlerdeki Roma devletinin sağlamlığı ailenin saf yapısından kaynaklanıyordu. Çocuklarını yetiştirerek kadın evine bakıyor ve bu şekilde yetiştirici rolünü koruyordu. Baba pater – familias’tı ve yüksek otoriteye sahipti. Boşanma nadir bir olaydı. Boşanma sadece aldatma durumlarında olurdu. Anneler çocuklarını kendileri emzirirdi. Romalı genç, mütevazi ve utangaç olarak büyürken sebatlığı, erkek ciddiyetini ve dürüstlüğünü (honestas) kazanıyordu. Cumhuriyetin sonuna doğru aile hayatı temelinden sarsıldı. Kadın Allah tarafından verilen annelik görevini ihmal etmeye ve kendini yağmacılık ve tüm bölgelerdeki vatandaşların soyulması sonucunda oluşan Roma toplumunun bütün kesimlerini etkileyen lükse ve bedensel zevke vermeye başladı. Anneler çocuklarını emzirmeyi ve büyütmeyi bırakarak bu işi köle ve hizmetçilerine bıraktı. Roma’da ‘Panem et circenses’ (ekmek ve oyun)[1] sözü ortaya çıktığında kadın lüks ve bedensel zevkler içinde yüzüyordu. Böyle bir gevşekliğin karşısında doğacak tehlikenin sonuçları hakkında Roma İmparatorluğunun Ciceron gibi düşünürler ve Katon gibi senatör ve filozoflar uyarıda bulunmuşlardır. Bir keresinde senatoda bazı üyelerin kadının çıplaklığı ve lüks özgürlüğünü kısıtlayan yasaya karşı çıktıklarında Katon, kadının özgürlüğüyle devletin yok olacağı ile ilgili Romalıları uyarmıştır. Nihayetinde böyle de olmuştur. Kadının bozulması önlenemedi. Yüksek temsilciler ve saray hanımları bir arada çıplak olarak yıkanırlardı. Evliliğe karşı olan tiksinme günden güne büyüyordu. Sezar dönemindeki yönetim evlilik ve özellikle çok çocuk sahibi olan kadınları ödüllendiriyordu. Çocuk sahibi olmayan kırk beş yaş altı kadınların değerli taşlarla süslenmesi yasaktı. Yasadışı evlilikler gündemdeydi. Kötülükle mücadele etmek adına çar August evli olmayanların sadece kendi akrabalarının miras hakkına sahip olma yasasını çıkarttı. Bir tarihçinin naklettiğine göre, söz konusu dönemde Romalı kadınlar yaşlarını seneye göre değil, beraber yaşadıkları erkeklere göre sayarlardı. Doğurmazlığın yayılmasıyla nüfusun azalması açık gözle hissedilmeye başlandı. Anneliği reddederek boş işlerle uğraşan Romalı kadın aileyi yok etti. Ailenin yok edilmesiyle Roma devleti de yok oldu.
Avrupa’da (özellikle Fransa) erkekle tam eşitliliğini talep eden, evi terk etmeye başlayan ve insan büyütmeyi ihmal eden kadının şehvete düşkünlüğü aile hayatının yok olmasına ve birçok Avrupa ülkesinde doğum oranlarının azalmasına sebep olmuştur. Annelik ve eğiticilik görevini ihmal eden Fransa kadınının aşırı ve doğal dışı özgürleşmesinin nüfusun azalması, Fransa’nın biyolojik ölümü ve nihayetinde askeri ve siyasi yenilgisi ile yakın bir ilişkisi vardır.
Devlet adamı mareşal Petain’in Fransız toplumuna söylediği bildirileri ve yenilginin sebeplerini sıralarken ‘az çocuk’ dediğini hepimiz hatırlıyoruz. Doğurmazlığa karşı mücadele Almanya ve İtalya’da siyasi sosyal programın parçası olmuştur.
Kadının saflığını koruyabilmek için Kur’an hiçbir şekilde erkeğin dikkatini çekmeyecek düzgün giyinmeyi ve örtünmeyi öngörmüştür. En – Nur suresinde şöyle denilmektedir:
‘Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler.’
İslam’da evlilik, aile ve miras hukuku kurumları, özellikle de İslam’ın sıkı kuralı olan örtünme, Müslüman kadınını yüzyıllar boyunca korumuştur. Örtünmeye dikkat etmeyen, plajda yarı çıplak bir şekilde erkeklerle karışan, dans eden ve haysiyetini korumayan Müslüman kadını İslam ahlakıyla ilişkilerini kesmiştir ve Kur’an’ın tasvir ettiği hayat çerçevesine dâhil değildir. Cinsel saflığını bozan kişiler hakkında İslam ceza hukukunun öngördüğü özel fiziksel cezalar vardır. Zina yapan bekar kimselere yüz kırbaç vurulur (haddi zina). Evli iken zina yapan kimseler ise taşlanarak öldürülür (recm).
Devlet kaderi konusunda kararı geçerli yüksek toplum çevrelerindeki erkek ve kadınların ahlaki sefalete düşmesi Ortaçağ İslam Devletlerinin, özellikle de İspanya’daki devletin yok olmasını önemli ölçüde etkilemiştir. İspanya’daki kazılarda yeni çıkarılan tarihi Müslüman yapıların kalıntılarında, önemli saraylarda yarı çıplak erkek ve kadın resimlerinin izlerine rastlandı.
Bosna Hersek, Sancak ve Osmanlı İmparatorluğunun bütün Avrupa ülkelerindeki Müslüman kadını hayatı boyunca beş yüzyıllık İslam’ın manevi ve kültürel özelliklerini ve insan onurunun önemini koruyarak değerli ahlaki seviyesinde kalmayı başarmıştır. Müslümanları fakirleştiren Batı ile doğrudan temasımızın ortaya çıkardığı karışık sosyal hayat bir takım değişiklikleri de meydana getirmiştir.
Kapitalist sisteminin bütün özelliklerini taşıyan yeni kurulmuş sosyal yaşam, ekmeğini kazanmak için Müslüman kadınını evini terk etmeye, fabrikaya ve çalışmaya zorlamıştır. Ataerkil bulguları taşıyan ailemizin görüntüsü değişiyordu. Müslüman kadını kendini zinaya vermeye başladı. Bunun sonucunda evlilik boşanmaları, kürtaj, çocuk öldürme ve kötü alışanlıklar ardı ardına ortaya çıktı. Böyle bir durumun sadece savaş sonrası insanın zayıf ekonomik sıkıntılarından değil diğer bazı sebeplerden de kaynaklanmaktadır. Biz bu sebeplerin sadece bazılarını burada ele alacağız. Avrupa ülkelerinde yayılan çılgın feminist hareketi ile taşınan, erkek ve kadın varlıklarında asla geçilemeyen derin psikolojik ve fiziksel farklılıklar köprüsünü geçmeye çalışan genel cinsel ahlaksızlık ve fiziksel çıplaklık dalgası, günden güne anneliği ihmal ederek vücudunun, nefsinin, dış görüntüsünün ve modanın kölesi olmuş Avrupalı arkadaşında olduğu gibi Müslüman kadınını da kısmen sardı.
Müslüman kadının ahlaki düşüşü, Müslüman nüfusta doğal artışın azalması, bedensel çıplaklık, kadınımızın annelik görevinde uzaklaşması günümüzün zor şartlarında bizden fena intikam almıştır. En çok canlılık ve dirençlik göstermemiz gereken yerde cansız kaldık. Zayıflığımızın sebeplerini saymaya gerek yok, onlar çok belli.
Biz tarihi antagonizma soygununda yaşayan küçük bir milletiz. Zor olan bugünümüz ve daha da zor olacak geleceğimiz bizden acımasızca bütün eşyaları yerine koymamızı ve yanılgılarla aldanmamamızı istiyor.
Müslüman kadını doğal annelik ve eğitici görevine dönmeli. Ayakta kalmamız aile hayatımızın saflığına ve sağlamlığına bağlıdır. Bize ve diğer bütün toplumlara doktor ve öğretmen kadınından çok insanı yetiştirecek anne lazım.
Zor ve ağır ödenen geçmiş tecrübelerinden sonra kendisini erkekten ayıran derin manevi farklılıkları unutarak erkekle aynı hakları savunan modern kadının saçmalıklarıyla kendimizi avutmamalıyız.
Çok eskiden Le Bon şöyle yazıyordu: ‘Eğer modern kadın bu haklarında başarırsa, Avrupalı erkeği evsiz ve ailesiz bir göçebe haline getirecektir’.
Biz ise bunu istemiyoruz.
Makale El-Hidaje Dergisinde, 7 Mart 1943 tarihinde yayınlandı.