Saraybosna: Bir Direniş ve Canlanma Öyküsü

“Hüznü” yaşadı… Ama insanların gurur yüklü gülümsemesi solmadı… Saraybosna’nın Türkiye açısından önemini anlatmaya gerek var mı? Bu topraklar ile kurduğumuz akrabalığı tarif etmeye çalışan cümlelerin hep zayıf kalması bir tesadüf mü? Türkiye ile Bosna Hersek’in gurur yüklü insanları arasında kurulmuş olan manevi bağ, dünyada hangi iki ulusun arasında var?

Burası, “Padişah düşmana Saraybosna’yı vereceğine İstanbul’u versin” diyecek kadar topraklarımıza bağlı insanların torunlarının yaşadığı bir kent… Ülkenin bilge lideri Aliya İzzetbegoviç’in askerleriyle birlikte sonsuz uykusuna yattığı şehitliği bile, bu kentin direniş ruhunu anlatmaya yetiyor…İgman Dağı’nın zirvesindeyim ve buraya ne zaman çıksam aklıma gelen cümleler hep aynı şeyleri tekrar ediyor. ”Elimde çay, bitirmeden doldurduğum, gözyaşlarıyla demlediğim sonsuzluğa… Hararet dolu gözlerle baktığım Saraybosna! Hilal şeklinde bir hüzünname’’. Evet, Bosna’yı anlatırken insanın kalbi buruklaşıyor. Yakın zamanda yaşanan savaş insanların gülümseyişlerinin önüne geçememiş. Bu gülümseyiş, karşısındaki insanlara ders verir nitelikte. İgman Dağı’nın soğuk ve bir o kadar berrak suyuyla beraber Saraybosna’ya doğru yola çıkıyoruz.

BAŞÇARŞI – GAZİ HÜSREV BEY CAMİİ

Kaldığımız yerden Başçarşı’ya doğru yola koyulduk. Şehri ve insanları daha iyi tanımak için tramvayı tercih ettik. Tramvayın penceresinden baktığımda sağımızda ve solumuzda üç dört şeritli yol bizi takip ediyor. Saraybosna denilince aklımıza ilk olarak Başçarşı gelir. Başçarşı, Saraybosna’nın merkezidir. Girişte sizi sebil karşılar. Sebil bir yeniçeri edasıyla dimdik, babayiğit tarzıyla etrafa güven bahşeden görünümdedir. İçlere doğru devam ettiğimizde Osmanlı sanki bu şehirden hiç gitmemiş! Sağımızda ve solumuzda caminin vakfiyesi olan irili ufaklı dükkanlar sizleri karşılar. Merkez Camii’nin etrafında şekillenir. Bu caminin ismi Gazi Hüsrev Bey Camii’dir.

Gazi Hüsrev Bey Camii - Saraybosna
Gazi Hüsrev Bey Camii – Saraybosna

Gazi Hüsrev Bey, Boşnak halkının çok sevdiği değerli bir zattır. 1521 yılında yapımına başlanan ve 1531 yılında tamamlanan, kendi adına yaptırdığı Saraybosna’nın en büyük camisinde, ilk günden bugüne kadar devam eden hatim 480 yıldır her gün yerine getiriliyor. Gazi Hüsrev Bey, aynı zamanda 2. Bayezid’in torunudur. Caminin avlusunda bulunan şadırvanın tavanında “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiya Suresi, 30) ayeti yazmaktadır. Caminin avlusunda aynı zamanda değişik inançlara sahip insanlar namaz kılan insanları merakla takip etmektedir. Caminin avlusunda ilginç olaylarla da karşılaştık. Yanımıza bir Osmanlı beyefendisi geldi ve bize “Bizi bırakıp neden gittiniz?” dedi. Ben ilk anda olayı kavrayamadım. Arkadaşım bana beyefendinin ne demek istediğini anlattı. Osmanlı’nın buradan gitmesini anlatıyordu bu beyefendi. “Bizi burada yalnız bırakıp neden gittiniz” diyormuş. Ben bir şey söyleyemedim… Daha sonra bu beyefendi bir olay daha nakletti. Osmanlı’nın bu topraklardan çekileceği kesinlik kazandığında çok kızmışlar. “Padişah Bosna’yı vereceğine İstanbul’u versin” demişler. İşte bizleri böyle seven insanların yıllar sonra unutmadıkları sitemi.

Aliya İzzetbegoviç – BİLGE KRAL

Yönümüzü Aliya’nın da kabrinin olduğu şehitliğe çevirdik. Şehitlik, bembeyaz, içinde en taze çiçekler ve içinden akan küçük bir su ile bizi karşılıyor. Aliya’nın kabrinin başında bir asker siz dua ederken hizaya giriyor. Aliya’nın kabri, Başçarşı’daki cami gibi şehitliğin tam kalbinde, ay-yıldız şeklinde.

Aliya İzzetbegoviç, 1925’te Bosna-Hersek’in Šamac kasabasında dünyaya geldi. İslami duyguları yüksek bir kişilik olarak tanınır. 16 yaşında Genç Müslümanlar Teşkilatı’nı kurdu. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini bilen Aliya, ülkesi için her platformda faaliyet gösterdi. Komünist rejimden sonra koşulların değiştiğini gören Aliya, Bosna’nın bağımsızlığını ilan etti. Aliya’yı anlatırken bu kadar özet geçmek ona saygısızlıktır aslında. Avrupa’nın göbeğinde yapılan bu soykırımı aşağıda Aliya’nın birkaç sözüyle anlatacağım için bu denli özet yaptım. Evet, Aliya şöyle diyor;

alija-izetbegovic

“Ben Avrupa’ya giderken başım önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik, hiçbir kutsal yere saldırmadık.”

“Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor. Kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz, ne onları ne de kadınlarını ve çocuklarını öldürmek, kiliselerini yıkmak istiyoruz.”

“Kazanacağız: Çünkü öteki dine, öteki ulusa ve öteki politik duruşa saygılıyız. Çünkü aklı başında dürüst insanlarız.”

MOSTAR KÖPRÜSÜ – BLAGAY TEKKESİ

Mostar’a giderken gözümde canlanan bir görüntü köprünün yıkılışı. Evet, televizyonlar canlı olarak dünyaya servis etmişti o görüntüleri. Yıllardır anlam veremediğim bir şekilde yakınlık duyduğum, benim için önem arz eden o köprüye gidiyorduk. Yollar kıvrımlı, yanımızda güzel bir nehir (Neretva) bize eşlik ediyor. Yolda bir kıssa anlatıyor arkadaşımız: Fatih Sultan Mehmet Han bu topraklara girmeden şehrin dışında otağını kurar. O akşam bir rüya görür. Rüyasında ilk olarak Peygamber efendimizi, daha sonra sırasıyla Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi görür lakin Hz. Ömer’i görmemiştir. Uyandığında hemen ulemayı toplar ve rüyasını anlatır. Onlar istişare ettikten sonra rüyayı “Peygamber efendimizin gelişi bu insanların Müslüman olacağına işarettir. Hz. Ebubekir’in gelişi onların İslam’a ve Osmanlı’ya sadık olacağına işarettir. Hz. Osman’ın gelişi bu insanların iyi huylu ve nazik insan olduğuna işarettir. Hz. Ali’nin gelişiyse bu insanların gerektiğinde cenk meydanında savaşacağına işarettir” buyurmuşlardır. “Hz. Ömer’in gelmeyişiyse bu topraklardan biz gidersek burada adaletin kalmayacağı zulmün peyda olacağına işarettir” diyerek yorumlamışlardır ve öyle de olmuştur.

Blagay Tekkesi ve Buna ırmağı

Mostar’a gitmeden önce ilk olarak Blagay Tekkesi’ne uğruyoruz. Buna Nehri’nin kaynağının hemen yanı başında yapılmış olan bu nadide güzellik, “Alperenler Tekkesi” olarak da biliniyor. Buraya ulaştığınız andan itibaren içinize bir ferahlık geliyor ve sevgiliden gelen bir bad-ı sabayı hissetmeye başlıyorsunuz. Namazı kılmış olmanın ferahlığı dağılıyor içinize… Ve saatlerce akan nehre bakıyorsunuz.

İki katlı olarak yapılan tekkenin üst katında Sarı Saltuk ve Aşık Paşa’nın sandukaları bulunmaktadır. Yılın belirli dönemlerinde, bu mekanda zikir yapıldığı söylenmektedir. Tekkeye her baktığımda Osmanlı hanımefendisi canlanıyor gözümde. İnce işlemeleri olan utangaç bir hanımefendi edasında… Fetihten yıllar önce bu topraklara gelen Sarı Saltuk “irşad” vazifesi üstlenmiştir. Yarenleriyle beraber burada değirmencilikle uğraşmışlar ve insanlara hak diliyle İslamiyet’i anlatmışlardır. Şimdi yolculuğumuz Mostar Köprüsü’ne. Mostar’a vardığımızda köprü ihtişamıyla önümüzde duruyor. İnsanlar onunla aynı karede olmak için birbiriyle yarışıyor. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 inşa edilmiştir. Geleneğe göre şehrin erkekleri, nişanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün öncesinde köprüden atlarlarmış. Köprüye yaklaştığımızda sol tarafınızda küçük bir müze görürsünüz. Bosna Savaşı ile ilgili fotoğraflar, köprünün yıkılış videosu ve buna benzer şeyleri izleyebilirsiniz. Köprüye vardığınızda yerde şerit şerit taşlar dikkatimizi çekiyor. Bu şeritler savaştan önce 99 taneymiş yani Allah 99 ismini temsilen. Şimdi ise 95 tane yani Bosna savaşının bitiş tarihidir(1995). Savaştan önce köprünün tam ortasında bir kitabe bulunurmuş. Yeni köprüde bu kitabeyi koymamışlar. Köprü hilal şeklinde Neretva Nehri’nin üzerine işlenmiş bir ruh gibi. Akşam olunca ışıklandırmalarla beraber çok daha güzel oluyor… Bir gelin edasıyla bizleri karşılıyor.

Mostar Köprüsü’nün eski hâline uygun olarak yeniden inşası çalışmaları (TİKA) UNESCO ve Dünya Bankası’nın desteğiyle 1997’de başladı. Köprünün inşaatını Türk şirketi olan ERBU üstlendi. Suyun içinde bozulmaya uğrayan taşlar yapıda kullanılamadığından orijinal taşların çıkarıldığı günümüzde kapalı olan taş ocağı tekrardan bu iş için açılıp, aynı ocaktan çıkarılan taşlar köprünün yapımında kullanıldı. Orijinal modele sadık kalan şirket, köprünün temellerini de sağlamlaştırdı. 30 metre uzunluğundaki, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalışma Haziran 2002’de başladı. Kilit taşı Ağustos 2003’te yerine konuldu.

İnşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, İngiliz Prensi Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açıldı. Açılışı, çok sayıda televizyon ekibi naklen yayınla seyircilerine ulaştırdı. Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi’ne eklendi. Arkadaşımız bizlere bu teknik bilgileri verirken biz de çoktan yarinki durağımız olan Travnik’i düşünmeye başlamıştık bile… Mostar’a veda etmek zor… Kahvesini ve bize düşündürdüğü şeyleri çoktan özledik.

TRAVNİK

Burası “vezirler şehri” olarak bilinir. Osmanlı’ya yüzlerce devlet adamı yetiştirmiş olan kıymetli bir bölgedeyiz. Nobel ödüllü İvo Andric’inde doğduğu yerdir. Etrafımız yemyeşil ve en tepede bir kale. Yanıbaşımızda Bosna’da alışık olduğumuz nehirler. Nehrin kenarında oturuyoruz ve Bosna’da en çok tüketilen içecek olan “Boşnak Kahvesi”ni yudumluyoruz. Kahvemizin yanında ismen alışık olduğumuz lakin tadı biraz değişik olan baklavamızı yiyoruz. Şiir mi yazmak istiyorsunuz ? İşte burası tam size göre…

Bir başıma çaresiz yandım ki fezadan

Ezanları biriktir topla güzel bir koydan

Bir ışık mı geliyor ne üzerine aydan

Göklerde yerin hasretiyle mi yanıyor?

Yazar: Yunus Emre Terzi

Kaynak: arti90dergi.com.tr

Ayrıca Bakınız

Fetö, Avrupa’da Türk Toplumundan Uzaklaşıyor

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kendilerine yönelik tepki ve sözde eğitim kurumlarına olan ilgisizlik nedeni ile Avrupa'da Türk ve Müslüman toplumdan uzaklaşma politikası izlemeye başladı.