BOSNA-HERSEK’TE savaşı sonlandıran Dayton Antlaşması imzalanırken (ABD Ohio, 14 Aralık 1995) oradaydım. Bu antlaşma aslında bir çaresizlik içinde çare üretme çabasıydı. Ancak bunun kalıcı olmadığı, bir çözüm olmadığı herkes tarafından bilinen bir uzlaşı, bir havuç göstermeydi aslında. Onca kan revandan sonra tek uzlaşı noktası, çok da gerçekçi olmayan bir sürecin taraflar tarafından kabul edilebileceği bir aşamaydı Dayton. Bunun gerçekçi olmadığı 95’lerde belliydi. Yıllar sonra, 2009’da orada gözlemlediğim şu oldu: Amir Boloş isimli bir taksi şoförüyle sohbet ederken, onun söylediği bir söz vardı ve çok da çarpıcıydı: “İsimlerimizi birbirimize telaffuz etmediğimiz sürece Saraybosna’da bir sorun yok. Çünkü fiziksel olarak herkes birbirine benziyor. Ta ki benim adım Amir, onun Hırvat ismi, öbürününki Sırp ismi noktasında isimler. Kültürler, dinler farklılaşmaya başladığı zaman sorun çıkıyor.”
BU AÇIKLAMA BANA ŞUNU GÖSTERİYOR: Dayton Antlaşması’nın imzalanmasından bugüne kadar geçen 15 yıllık sürede aslında sanal bir huzur atmosferi, sanal bir birarada yaşama hali sağlanmış oldu. Onun dışında halkla konuştuğunuz zaman aldığınız tepki, “böyle anlamsız bir devlet yapısı olamaz” ifadesiyle somutlaşıyor. Zira dönemsel başkanlık var, kimin ne yaptığı belli değil. İktidarın süreli olarak devam ettiği, geçmişe dönük yapılanların üstüne koymak ya da koymamak kaygılarının çok fazla taşınmadığı dönemsel başkanlık sistemlerinde ülkenin yönetimi açısından da bir devamlılık yaşanmıyor. Bugüne yönelik Dayton’ın sonuçlarına baktığımızda bunu net olarak görebiliyoruz.
MESELEYE BOSNA-HERSEK’E BAĞLI Sırp Cumhuriyeti açısından baktığımızda, Sırp Cumhuriyeti’nin kendini Bosna Hersek’e değil, Sırbistan’a bağlı addettiğini görüyoruz. Sonuçta bir ülke kurulduğu zannediliyor. Ama o ülkenin önemli bir bölümünü teşkil eden bir özerk cumhuriyetin kendini başka bir bağımsız ülkeye her anlamda ait hissetmesi, Dayton Antlaşması’yla kurulan yapının sağlıksız olduğunu gösteriyor.
AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNDEKİ iki farklı anlayış vardır. Bir tanesi üyelerle sıkı ilişki, diğeri ise Anglosakson modeli olan gevşek ilişki. Sonuçta bu gevşek ilişki noktasında bir Bosna-Hersek yapısını öngördüğünüzde, yapısal olarak gevşek ilişkilerin olduğu, yönetimsel özerkliklerin haklarının net olarak çizildiği bir yapı sorunu çözebilir.
BOSNA-HERSEK’İN ÇOK KÜLTÜRLÜ, çok dinli, çok etnisiteli yapısı içinde Türkiye’ye çok sıcak bakan taraf doğal olarak Müslümanlar. Müslümanların Türkiye’den ekonomik olarak da, siyasi çözüm anlamında da beklentisi çok yüksek. Ancak çok oyunculu bir problematiğin çözümü konusunda Türkiye’nin üstlendiği arabulucu rolün başlı başına bir çözüm olacağını düşünmek çok gerçekçi gelmiyor bana. Ekonomik olarak onların Türkiye’den beklentileri var. Özellikle yatırım anlamında. Ancak şu an o beklentinin çok altında bir ekonomik ilişki var.
Mostar dergisi