Liderleri, 1990’lardan kalma etnik yaraları kaşıyarak iktidar alanlarını genişletmeye çalışan Balkan ülkeleri açısından 2017 iyi başlamadı.
ABD-Rusya-AB arasındaki bilek güreşinde kimin güçlü olduğunun ölçüldüğü bir yer halindeki Balkan ülkelerinde son dönemlerde siyasi ve etnik çalkantılar her geçen gün biraz daha artıyor. AB çıpasının gücünü kademeli olarak kaybedişine paralel artan etnik ve sosyal çalkantılar açısından problemli ülkeler olarak Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan ve Makedonya özellikle ön planda. Trump’in iktidara gelişi ile yepyeni bir döneme giren dünyada, Rusya’nın hâkimiyet alanını genişletme isteğiyle birlikte Balkanlar’ın geleceği de yeniden şekilleneceğe benziyor.
Romanya’da bazı yolsuzlukları suç olmaktan çıkaran bir kanunu protesto eden yüzbinlerin sokak gösterileri Türkiye’de basının dikkatini çekebilmiş olsa da, bölge için sorunlar aslında çok daha katmanlı. Ve açıkçası potansiyel sorunlar önümüzdeki birkaç sene içinde söz konusu ülkelerde zaten bıçak sırtı olan barışı tehdit edici bir hal alıyor. Bosna Savaşı’nın (1992-95) ve Kosova Savaşı’nın (1998-99) bitişinin ardından yirmi yıla yakın bir zaman geçmiş olsa da, AB-ABD-NATO’nun katkılarıyla ultra-milliyetçilikten uzaklaşılmış olsa da, bölgede hala etnik kimlikler üzerinden hızla tansiyon yükseltmeyi başaran, hedefleyen politikacılar var. Rusya-AB arasında güç çekişmesi de olayların tırmanma hızını artırıyor. Etnik çatlaklara zorlaşan ekonomik koşullar, artan işsizlik-özellikle genç işsizliği de eklenince ateşle barut yan yana gelmiş oluyor.
Uzun yıllar Osmanlı yönetiminde kalan bölgenin haliyle bugünün Türkiye’sine de uzanan doğal bağlantıları var. Fakat bu bağlardan öteye; Balkan ülkeleri Avrupa coğrafyası açısından çok önemli bir jeopolitik bölge. Balkan toprakları Avrupa’nın Karadeniz, Türkiye, Kafkaslar, Orta Asya, Hazar Denizi, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’ya açılan en doğu noktası. Adı geçen bölgeler zaten yüzyıllardır ticaret ve enerji üzerinden güç savaşı merkezleri olduğundan, Avrupa “Kalesi’nin” bir anlamda doğu duvarını oluşturuyor. Son dönemlerde ise özellikle doğudan gelen mültecilerin de Avrupa’ya ulaşma kapısı olduğundan, Orta Doğu’da yaşanan Suriye krizinden bağımsız olmayacak şekilde riskli bir alanın varlığı anlamına da geliyor. Özellikle IŞİD’in Bosna, Arnavutluk ve Kosova’da yaşayan Müslüman nüfus arasında kendine yer edinerek Avrupa’yı tehdit edişine de dikkat çekiliyor.
Olumlu anlamda ise, AB ve NATO’nun genişlemeleri açısından da Balkan ülkeleri büyük önem taşımaktalar. Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan ve Romanya NATO ülkeleri olarak; son üçü de AB üyesi olarak Rusya’nın bölgede yaymaya çalıştığı nüfuzuna karşı da önemli bir kalkan görevi görüyorlar. Avrupa ülkelerine uzanan enerji koridorunun önemli bir parçası olmaları da ülkeleri kendi kaderleri haline bırakılamaz hale getiriyor. Çok hızlıca eskiden günümüze gelirsek, II. Dünya savaşı sonrasının Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti hatırlanacağı üzere yükselen milliyetçilik akımı ile birlikte 1991 yılında dağıldı. Aşırı milliyetçilerin körüklemesiyle Bosna ve Kosova’da 100,000’den fazla insanın ölümü, milyonların evini terk etmesi ile sonuçlanan kanlı savaş sonrasında, 2000’lerin başına gelindiğinde Hırvatistan, Bosna ve Sırbistan’da eli kanlı aşırı milliyetçi liderlerin hiç biri yerlerinde kalmadı. Ancak, vahşi savaşın hatıraları, savaş suçlarının acıları bugün de halen çok taze. İktidarda olmasalar da söz konusu ülkelerde “aşırı milliyetçilik” bu nedenlerle halen devam canlı bir damarda akmaya devam ediyor.
Sırbistan-Kosova ve Sırbistan-Arnavutluk gerilimi bölgede önemli akslardan bir tanesi. NATO’nun devreye girmesiyle sonlanan 1998-99’deki kanlı savaşın ardından Sırbistan çoğunluğu Müslüman Kosova’nın 2008’de ilan ettiği ve dünyada tanınan bağımsızlığını halen kabul etmemekte. Bugün Kosova’da kuzeye (Mitroviça) sıkışmış olarak yaşayan Sırp azınlık ise iki ülke arasındaki gerilimi canlı tutmaya devam ediyor. 2013’te söz konusu topluluğa AB’nin liderliğinde verilen otonom statü ise Sırplar tarafından yetersiz bulunduğu gibi Kosovalılar tarafından da çok fazla olarak değerlendirilmekte. Ve tabi üç birim arasındaki tansiyon da yüksekliğini korumakta. Daha geçtiğimiz Ocak ayının sonunda Sırbistan’ın Kosova ile sınırında olan Mitroviça’ya 1999’dan beri ilk kez yolladığı trenin her yerine çeşitli dillerde “Kosova Sırbistan’ındır” yazılması bir anda iki ülkeyi savaş noktasına yaklaştıran çok büyük bir sorun haline gelivermişti. Tabi Sırbistan’da Nisan 2017’de yapılacak seçimler öncesinde de son derece kullanışlı bir kaldıraç oldu. Tabi, seçimlerin milliyetçiliği nasıl kör bir kazanma hırsıyla körükleyebildiğini bir kez daha dünyaya gösterdi.
Arnavutluk ise Kosova’ya verdiği maddi-siyasi destekler üzerinden Sırbistan’ın hedefinde ancak arada AB ortak hedefinin oluşu Arnavutluk-Sırbistan ilişkilerinin kriz noktasına doğru kötüleşmesine engel oluyor.
Bosna-Hersek Federasyonu-Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska-RS) ise başka bir gerilimli eksen. Hatırlanacağı üzere çok kanlı savaşın ardından 1995’te elde edilen barış üniter bir devlet altında iki özerk cumhuriyeti yan yana getirmişti. Müslüman Boşnak-Hırvat Federasyonu ve Sırpların yoğun olduğu Sırp Cumhuriyeti (RS). Fakat iki tarafında seçimlerde birbiriyle geçinmeye niyeti olmayan milliyetçi politikacıları seçerek göreve getirmesi nedeniyle Saraybosna’daki federal devlet uzun zamandır paralize olmuş, çalışamaz halde. RS’yi yöneten milliyetçi lider Dodik ise uzunca bir zamandır bağımsızlık referandumu peşinde.
2006’da Karadağ’ın 2008’de de Kosova’nın bağımsızlığını kazanması Sırp Cumhuriyeti lideri ve vatandaşları açısından bağımsızlığı bir milli mesele haline dönüştürmüş durumda. 2014’te Kırım’ın Rusya’ya bağlandığı referandum İskoçların da aynı yıl (her ne kadar HAYIR çıkmış olsa da) bağımsızlık referandumu Sırp Cumhuriyeti içinde bağımsızlık taleplerini kaynama noktasına taşımış durumda. Şimdilerdeyse, Brexit sonrasında ve tabi Trump’ın Başkan oluşunun ardından da şimdiye kadar malum güç odakları tarafından açık açık desteklenmeyen bu referandumun temeli kendiliğinden atılmış oluyor. Sırbistan kendi AB hedefi içinde açıktan Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını destekleyemese de, AB projesinin kendi kendini frenlemiş, ekonomik sorunlu hali dengelerin gelecekte değişebileceğine işaret ediyor. Kısa vade içinde olur da Bosnalı Sırpların isteğinin aksine Bosna NATO’ya alınırsa ya da Bosna-Hersek Federasyonu’nda Saraybosna daha fazla gücü elinde toplayacak adımlar atmaya kalkarsa; Sırp Cumhuriyetinde Dodik liderliğinde bir bağımsızlık referandumu hızla masaya taşınacak gibi görünüyor.
Sırbistan-Hırvatistan da bir başka sorunlu alan. 1991-95 yıllarında Sırbistan’ın Hırvatstan içindeki Sırplara ayrılma yönünde verdiği askeri bve maddi destek, bugün hem NATO hem de AB üyesi Hırvatistan tarafından unutulmuş ve affedilmiş değil. Üstelik Hırvatistan bu sorunlu geçmiş ve devam eden etnik sorunlar üzerinden Sırbistan’ın AB’ye kabulünü sonsuza kadar veto etme hakkına da sahip. Sırbistan-Hırvatistan arasındaki gerginliği son dönemlerde yükselten etmenlerin başında da Orta Doğu’dan gelen mültecilerin kontrolünde çıkan problemler var.
Makedonya ise başlı başına ayrı bir konu. Slav çoğunluk Ortodoks Hıristiyanlar ile ülkenin kuzey doğusunda yoğunlaşan etnik Arnavutlar arasında dinmeyen bir gerginlik söz konusu. Rusya’nın Slav kökenli Makedonlar üzerindeki etkisi bir yana, Pan-Arnavutluk; yani Arnavutluk, Kosova, doğu Makedonya ve Sırbistan’ın bir parçasını birleştirerek bir ülke kurulacağı hayalleri/paranoyası her daim canlı. Zaman zaman da bu nedenlerle ayrılıkçılar ile güvenlik güçleri arasında çatışmalar gerçekleşmekte. Makedonya’da daha Aralık ayında yapılan seçimlerin ardından da istikrarın gelmeyişi, belki de ülkeyi Balkanların en sıcak noktası haline getiriyor. Balkanlardaki en önemli ve güncel sorunlardan bir tanesi de, Avrupa içine yayılmayı hedefleyen IŞİD’in Kosova, güney Sırbistan ve Arnavutluk’ta yaşayan Müslüman kesim içinde kök salmaya çalışması.
Balkanlarda yaşayan Müslüman nüfus ağırlıkla laik olsa da, bu ülkelerde iktidarda olanların meşhur yolsuzlukları, ekonomik sorunlar, AB’nin yarattığı vize problemleri genç işsizlerin IŞİD gibi vahşi terör örgütleri tarafından devşirilmesine kapıyı açıyor. 1990’larda Balkanlarda yaşanan vahşi savaşta Orta Doğu’dan Balkanlardaki Müslüman nüfusa yardım etmek üzere savaşmak için gelen radikaller, bölgede El Kaide hücrelerine, şimdide IŞİD destekçilerine dönüşmüş durumda. Orta Doğu’dan Avrupa uzanan mülteci akınında yolun Balkan ülkelerinden geçmesi de sapla samanın ayrılma aşamasında problemler yaratıyor. Bu nedenle de dinsel-etnik kimlikler üzerinden Müslüman Arnavut-Boşnak-Kosovalı nüfus ile Hıristiyan Sırplar, Makedonlar ve Hırvatlar arasında zaten var olan gerginlikler iyice törpülenmiş oluyor. Balkanlarda sınırların bir kez daha değişime aday oluşu tabi birçok problemi, cevabı şimdiden bilinmeyen soruyu da beraberinde getiriyor. İster Sırbistan-Kosova/Sırbistan-Arnavutluk hattında, ister Bosna-Hersek Federasyonu’nda ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların etnik hatlar üzerinden hızla silahlı çatışmaya dönebilecek oluşu elle tutulur bir tehdit. Fakat bilinmeyen, batılı ülkelerin başta ABD-NATO olmak üzere böylesi bir savaş çıkması halinde müdahale edecek taraf olup olmayacağı. NATO’nun Kosova’da bulundurduğu asker sayısı 2000 başındaki 30,000’den şimdilerde 5,000’e kadar gerilemiş durumda ki bu mevcudun içinde ağırlıklı olarak da ABD askeri bulunuyor. Şimdilik. Çünkü IŞİD, Irak ve hatta İran Trump’ın öncelikler listesinde ilk sırada yer alırken, Doğu Avrupa’daki ABD’de varlığı hakkında geleceğe dair hiçbir olumlu sinyal vermiş değil Trump. Üstelik Trump, seçimden önceki söylemi paralelinde Çin’i hedef alır şekilde Güney Çin Denizinde aktif olmayı da önceliklerinde en üst sıraya hızla yerleştirebilir.
Rusya Balkanlarda yeniden sahnede…
Batılı devletlerin olası bir Balkan karışıklığında etkili askeri taraf olmak istemez hali Rusya’nın bölge ile giderek güçlenen bağları çerçevesinde yepyeni dengelere yol açabilir. Rusya zaten tarihi bağları bulunan Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna Hersek federasyonundan ayrılarak bağımsız ve tabi kendine bağımlı bir ülke haline gelmesine maddi ve askeri destek sağlayabilir. Sırbistan’ın Kosova zaafı üzerinden ilerleyerek olayları tırmandırabilir. Makedonya da garantör olarak ortaya çıkabilir. Trump’un Doğu Avrupa ile fazla ilgilenmez hatta belki de Rusya’nın kontrolüne bırakabilecek hali, Brexit-Frexit tartışmaları ile birleştiğinde Balkan ülkelerinde sınırların yeniden çizilmesinin deneneceği artık ufukta görünmeye başladı bile. AB’nin daha da zayıflaması durumunda balkanlar üzerinde Rusya ve Batı’nın daha kuvvetle karşı karşıya gelebileceği yazılıp çizilenler arasında.
Rusya bilindiği üzere Ortodoks Hıristiyan Sırplar, Karadağ, Makedonya ve Bulgaristan ile derin, tarihsel bağlara sahip. Bosna-Kosova savaşında Sırplara verdiği diplomatik destek bir yana, Rusya söz konusu Balkan devletleri ile enerji, bankacılık, turizm ve medya üzerinden girift ilişkiler içine de girmiş durumda. NATO üyesi olmayan ancak AB adayı Sırbistan ile askeri operasyonlar dâhil sıkı bağlar da kurmayı başardı üstelik. Rusya’nın liderliğinde kurulan Ermenistan, Belarus, Kırgızistan, Kazakistan arasında kurulan ekonomik birliğe Rusya’nın Sırbistan’ı da eklemesiyle; ülke üzerindeki söz hakkı daha da artabilir. Özellikle Sırbistan’da hâkim olan Rus medyası üzerinden yaratılan “paralel evren”, Sırp halkını manipüle etmekte zaten çok uygun bir araç halinde. Ukrayna tecrübesinden sonra Rusya’nın gözünü kararttığında nereye kadar işleri götürebileceği konusunda dersini almış durumda. Ancak Ukrayna’ya silah, tank vs yollamak Rusya için nasıl kolay ise; mesafe gereği Balkan ülkelerinin ortasına mühimmat yollamak da bir o kadar zor haliyle. Dolaysıyla, AB ve ABD boşluğu arttıkça alternatif ilişkiler yoluyla Balkan ülkelerinde ağırlığını artırma ve tabi AB’yi de yıpratma yolunda ilerlemekte Rusya.
Tarihi perspektiften bakınca geleneksel olarak Balkanlar üzerinde Türkiye ve Rusya’nın çekiştiğini görülür. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de yaratmak istediği yön değişikliği paralelinde, Türkiye Rusya’ya daha fazla eklemlenerek Suriye’nin ardından balkanlar üzerinde de AB-ABD’ye karşı ittifak oluşturma yoluna gidebilir. Tüm bu veriler ve düşünceler ışığında, önümüzdeki yıllarda AB-ABD-Rusya güç savaşlarının Balkanlarda da elle tutulur hale gelmesi neredeyse kaçınılmaz. Çünkü Balkanlar’da yaşananlar, AB’nin ve ABD’nin kendi içinde yaşadığı sorunları yansıttığı ölçüde Balkanlar’da ortaya çıkacak olası bir boşluğun, Rusya’nın da nüfuz alanını genişletmesine yarayacağı görünüyor. Pan-Slavik kimliği kültürel ve politik kanallar yoluyla pekiştirmeye çalışan Rusya özellikle Karadağ ve Sırbistan’da AB ve NATO ile karşı karşıya gelmekten kaçınmıyor.
Bugün AB adayı olan Sırbistan’da anketlere göre halkın %95’i Rusya ile ilişkilerin gelişmesinden yana ve Rusya ile birlikte “Batıya karşı” güçlü durabileceklerini düşünüyorlar. Ya da o şekilde düşünceleri besleniyor. Güney sınırında Orta Doğu ateşine elini-kolunu çoktan sokmuş olan Türkiye’nin batı komşuları Balkanlarda yaşanacak gerginlikten, çatışma ve belki de savaşlardan etkilenmemesi kaçınılmaz hale gelebilir. En basitinde, enerji koridoru planları güncellenmek zorunda kalacağı gibi, yeni bir tur göç dalgası ile karşılaşabilir. Bu çerçeveden bakınca AB’nin kendisini bir an önce politik ve ekonomik olarak toparlamasının Balkan ülkeleri üzerinde çekim gücünü artırması potansiyel tehlikeleri bertaraf edebileceği gibi; tam tersi bir durum Balkanlarda etnik kökenli savaşların tetikleyicisi olabilir. AB’nin bir barış ve demokrasi projesi olarak zayıflaması, hukukun üstünlüğü kavramını aşındırmaya devam ederek, Balkanlarla sınırlı olmayan ve Türkiye’yi de iyice etkisine alarak çevre ülkeleri daha milliyetçi söylemlerin egemen olduğu bir savaş dili ortamına savurabilir. Diğer yandan, Rusya’nın gözle görülür şekilde artan Balkan ülkelerini etkileme çalışmaları da aslında AB-ABD işbirliğinin Trump döneminde nereye kadar korunup nereye kadar korunacağının gerçek testi olabilir.
Kaynak: Paraanaliz.com