Bosna Savaşı’na damga vuran Türk gazeteci Münire Acım hayatını kaybetti.
Bosna’da yaşanan vahşeti Türkiye’ye anlatmak için hiç tereddüt etmeden korkusuzca Bosna’ya giden Türk gazeteci Münire Acım kansere yenik düştü. Bosna’da yaptıkları ile adeta bir kahraman olan Münire Acım Bosnalıların gönlünde ayrı bir yere sahipti. Bosna Savaşı’nda birlikte çalışan Star yazarı Hakan Albayrak Münire Acım’a bugünkü köşesinde şöyle veda etti.
Bosna Savaşı kahramanlarından Münire Acım Coşkun, Hakk’ın rahmetine kavuştu.
1 Ocak 1994’te Saraybosna’ya beraber ayak basmıştık. Kanadalı şerefsiz bir subay, “Sizin gazeteci olduğunuza inanmıyorum, Boşnaklara yardıma geldiniz” diyerek üstümüzü başımızı bir güzel aratmıştı, fakat ayakkabılarımızı çıkarttırmayı ihmal etmişti. Münire ablanın ayakkabılarında 100 bin mark vardı. Teoçak bölgesinde sadra şifa oldu.
Boşnakların kurtuluş mücadelesine gazeteci ve aktivist olarak verdiği destek dillere destandı. Çetniklerin (Sırp faşistlerinin) kara listesindeydi. Bir yerde yolunu kesip esir aldılar Münire Ablayı. Günlerce türlü çeşit eziyetler ettiler O’na. Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, karşılığında çok sayıda Çetnik esir verince serbest bıraktılar.
Serbest kalır kalmaz, soluğu Aliya’nın makamında aldı. Makama, asker selamı vererek girdi. Münire Ablayı kendi evladı gibi gören ve büyük endişeler içinde uykusuz geceler geçirmiş olan Aliya rahat bir nefes aldı. Münire Ablanın da rahat bir nefes alabilmesi için, Aliya’nın ekibinden bir adam, “Münire tiryakidir, müsaade edin de bir sigara yaksın başkanım” dedi. Münire Abla itiraz etti ama: “Ben babamın yanında sigara içmem!”
Bu köşeye sığmaz benim Münire Ablamın hikâyesi. “Bosna’da Savaş – Yüreğimde Kan Gülleri” diye bir kitabı var. Onu okumak lazım.
Kanserdi. Aylardır büyük acılar çekiyordu. Allah taksiratını affetsin, ecrini arttırsın. Rahmet-i Rahmân diliyorum sevgili ablama. Ailesine Sabr-ı Cemîl diliyorum. Bosna’nın başı sağ olsun.
Munire Coşkun’la Bosna Hersek üzerine
Bosna Hersek’e ilgisi olan hemen hemen herkesin karşılaştığı bir isim Munire Coşkun…
Emine Şeceroviç’in röportajında Münire Çoşkun’un ağzından Bosna Hersek mücadelesi…
Savaştan sonra 20 yıl geçmiş olsa da Munire Coşkun’un Bosna aşkı geçmedi, sadece büyüdü. Savaş döneminde Bosna’ya ve Boşnak milletine desteğini veren bu insanı bir kez daha hatırlamamız lazım.
Munire Coşkun için Bosna Hersek ne ifade ediyor?
Bosna-Hersek benim için “Bir yarısı Türkiye, diğer yarısı Bosna-Hersek için atar” dediğim yüreğimi ifade ediyor.
Bosna’yı savaşla mı tanıdınız? Savaş döneminde muhabirlik için Bosna’ya gitmeyi nasıl karar verdiniz?
Baba tarafım Gorazde kökenli. Anne tarafım Foça kökenli. Ben Plevlija “Taslıdza” doğumluyum. Dolayısıyla rahmetli babam bize bu toprakları hep anlatırdı. Bosnanın tarihinde yaşadığı acıları tekrar tekrar anlatarak bilinçlendirirdi. Bu bilinçle, Bosna’da savaş çıktığında bu topraklara koşup gelmek, karar vermemi gerektirmiyordu. Sadece Bosna elini uzatmıştı. Ben de uzanan bu eli tutup gelivermiştim. Amacım, Türkiyemin sadece batılı ajansların süzgeçlerinden geçen haberlerle Bosna hakkında bilgi edinmemesine bir nebze olsun katkıda bulunmaktı. Bosna’ya, tarafsız değil, tamamen taraflı bir gazeteci kimliğimle geldim. Doğru yerde, doğru insanlarla aynı satfa yer aldım.
Geçenlerde tekrar Saraybosna’yı ziyaret ettiniz, İUS’ta bir konuşma yaptınız. Tekrar şehre gelmek sizi nasıl etkiliyor?
IUS’un daveti üzerine Saraybosna’ya gelmeden önce, birkaç günlüğüne Saraybosna’da Anadolu Ajansının açılışı için gelmiştim. Dostlarla karşılaştım. “Uzun yıllar sonra tekrar burada olmak nasıl bir duygu” dediler. 2001 yılında ayrılmıştım buralardan. Tekrar burada olmayı “adeta dün gidip, bugün dönmüş” gibiyim şeklinde ifade ettim. Binalar aynıydı. Sokaklar aynı. Yabancı kalabalıklar içerisinde kendi İnsanlarımı aradım. Tek tük kalan izlerimi… Mutsuz bakışlarında gözyaşlarım dondu kaldı… Sonra şehitler mezarlığında yatan Nana Fata’mı ziyaret ettim. Rahmetli İzetbegovic’i, rahmetli Deliç’i, şehitlerimizi ziyaret ettim. Benim Bosnam buradaydı!
Savaşta Saraybosna’yla tanıştığınızdaki ilk duygularınızdan bahsedebilir misiniz? Şehir, insanlar sizde nasıl izlenim bıraktılar?
Savaşın Saraybosna’sında dostluklar vardı. “Nasa Munira” diyen kardeşlerimle bir araya gelmenin güzelliğini anlatabilmek için kelimeler yetersiz kalıyor. Menfaatsiz dostluklar vardı. Kuşatılmış bir şehirdeydik. Hem çetniklerin kuşattığı, hem de batının sinsi kuşatması altındaki şehirde yaşıyorduk biz. Gerçekten yaşıyor, gerçekten ölüyorduk! Herşey gerçekti. Dostluklar da gerçekti, bayrak ta gerçekti!
Gazeteciliği en zor haliyle yaptınız diyebiliriz. O dönemden aklınızda kalan en zor anlardan birini anlatabilir misiniz?
Geceydi. Kar yağmıştı. Çok soğuktu. Bir yerlerden dönüyordum. Saatlerce yürümüştüm. Etrafta hiç kimse yoktu. Bir an düşman tarafın sınırlarına girebilmiş olduğumu düşündüm. Korktum. Bir konteynır görüp ardına sığındım. Bir türlü yönümü tespit edemiyordum. Arasıra düşen bombaların ışığında yön bulmaya çalışmak gibi garip bir durumdaydım. Sonra karanlıklar içinden birinin ilerlediğini gördüm. Yaklaştığında omuzundaki “ljiljan”ı gördüm. Hemen yanına koşup kaybolduğumu söyledim. Canım kardeşim,” korkma” dedi.” Gel benimle” dedi. Güldü. Onun neye güldüğünü bilmeden ben de gülüyordum. Meğer ben Ciglane’deymişim:) İşin zor yanı buydu. Şehri, sokaklarını, mahallerini henüz tanımıyordum. Onun dışında zorluk yoktu. Yemek, içmek, ısınmak için ne yapardım hala bilmiyorum. Bazen cebimde ekmek dilimleri olurdu. Vitamin haplarım vardı. Cephede üşüdüğümde askerler kazak ve çoraplarını bile benimle paylaşırdı. Daha ne olsun.
Can, yaratan Allahındır. Vadesi dolduğunda teslim edilecek bir canım vardı.Zaten, “Feda olsun Bosnama” deyip yola çıkmıştım.
O dönemde birçok cephede bulundunuz, rahmetli İzetbegoviç ile tanıştınız, birçok komutanla haber yaptınız. Hatta 21 gün Kula hapishanesinde esir tutuldunuz. Nasıl kurtulmuştunuz, orada neler yaşadınız?
“Çetnik” sözü medyanızda yer alabiliyor mu bilmiyorum ama ben çetnikler tarafından esir alınmıştım. Pale’deki sorgular uzun sürmüştü. İki lafın biri küfürdü. Türklüğüme küfür ediyorlardı. İki sözün biri tehdit doluydu. “Seni Osmanlı kaytanıyla asacağız” diyorlardı. “Sağ kalıp Türkiye’ye dönme şansın olur da, bir daha bizim hakkımızda yazarsan parmaklarını kıracağız” diyorlardı. ( Allah sağ kalmama,inadına bir kitap yazmama izin verdi çok şükür) Sanki karşılarında bir terörist varmış gibi davranıyorlardı. Sanki elimde kalem değil de atom bombası varmış gibi davranıyorlardı. Sonra Kula hapishanesi kapadılar.Hapishane müdürünün lakabı Soniboj’du. Ölü takas olacağımı söylemişti. Günlerce yiyecek vermediler. Ben de oruca niyet ettim:)
Benim Saraybosnam, yüzbinlerce insanıyla birlikte yıllardır esirdi. Kuşatma altındaydı. Kendi esaretim bunun yanında çok basit kalıyordu. Yine de rahmetli İzzetbegoviç’in, o dönem Türkiye hükümetinin ve temsilcisi olduğum gazetemin büyük gayretleri neticesinde Allah’ın izniyle takasla serbest bırakıldım. Bu durum beni çok mutlu etmişti. Zira kalemim özgürdü artık. Yeniden Bosnamla başbaşa, eleleydim. Ben bu eli hiç bırakmayacağım!
Rahmetli Aliya hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
Saraybosna’ya son gelişimde maalesef çok üzüldüğüm şeyler duydum. Maviş gözlü, nur yüzlü, dürüstlük örneği olan rahmetli Alija hakkında çok kötü şeyler konuşuluyordu.
Bir gün birkaç kadınla biraraya geldim. Savaşı taa içerlerinde hissetmiş, evlerinden şehitler vermiş kadınlardı bunlar. “Alija olmasaydı bugün biz de olmazdık” diyen kadınlarımız. Bir yanda bir kara kuşak yayını, bir yanda rahmetle ananlar. Bosna böyle bir atmosfere nasıl girebilmiştir. Hangi kara ellerin propagandaları bunlar. Bizim kutsal kitabımız “ölülerinizi rahmetle anınız” der. En azından buna uyulsa. Gençlerle biraraya geldim. Ne kötü anlattılar. Kumbara gibi olmuşlar. Yanlış bilgilerle dolan kumbaralar…
O zaman diyorum ki; Türkiye’de rahmetli Alija’jı, Srebrenica’yı unutturmama konusunda her yıl araştırma üzerine kurgulu çok yoğun çalışmalar yapılıyor, konferanslar, çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Türk halkı, özellikle gençlik bu konularda tam anlamıyla bilinçlendi. Galiba bu bilinçlenme çalışmaları için doğru adres Bosna olmalıydı. Hiç bir şey için geç kalınmış değildir. Söz konusu Bosna oldu mu, dostça uzanmış olan tuttuğum eli asla bırakmam. Buna yemin ettim!
Bosna hükümet kanadıyla yakın temaslarım yoktu. Ağırlıklı olarak Bosna Hersek ordu komutanlıklarının kapılarını aşındırır, cephelere gidebilmenin yollarını arardım. 1. 3. 7. v.s. kolordu mensubu askerlerle cephelerde bulunmak ve oralardan haber yapmaktı benim amacım. Rahmetli Alija ile çeşitli yerlerde karşılaşırdık. Evladına sorar gibi “yemeğin var mı, bir ihtiyacın var mı” diyen biriydi. Koskoca bir cumhurbaşkanı, minicik bir gazeteciye bunu sorardı.
Benim Alija İzetbegovic’i savunmak gibi bir misyonum yoktur. Sadece yakından tanık olduğum ve gerçeklere karşı yapılan haksızlığın karşısında susmama gibi insani boyutlu bir misyonum vardır. Onun verdiği mücadeleler zaten kendisini savunuyor. Allah rahmet eylesin. Rabbim onu cennetlerinde ağırlasın.
Boşnaklar savaşta da hayatlarında neşeli yönler bulmayı bildiler, yaşamaktan kopmadılar. Sizin hatıranızda kalan savaştan trajikomik bir durum var mı?
Savaş günün normali haline gelmişti. Tepedekilere inat neşe dolardık. Savaş fıkraları üretip anlatanları dinler, kahkahalarla gülerdik. İlk anda aklıma geliveren fıkralardan biri, “Çok fazla konserve yediğimiz için öldüğümüzde hiç çürümeyeceğiz.” şeklindeydi. Ya da evine bomba isabet eden ailenin yanındayken, toz dumanın ortadan kalkmasını bekledikten sonra şen-şakrak ortalara saçılan tahta-kereste toplayışımız. Çatıdan, kapı ve pencerelerden kopan tahtalar. Bunları toplayıp sağlam odaya taşırken, aile mutluydu. Ben de bu kışı iyi idare ederler artık diye mutluydum. İşimiz bitince sobamızı yakıp keyiflendik. Bunun adı da direniştir. Dünyanın akıl erdiremediği Bosna direnişine örnektir.
Savaşta dış medya ne kadar etkiliydi?
Dış medya, süzgeçlerinin başında oturmuş, neyi nasıl ayıklasak, nasıl sunsak derdindeydi. Adı üzerinde “dış dünya-dış medya bizim dışımızdaydı”
Sizin yaptığınız haberler Türkiye’de ne kadar etki bırakıyordu, Türk basını Bosna savaşına ne kadar önem veriyordu?
Haberlerimin etkisini izleme imkanım yoktu.Teknik donanımım çok azdı. Gazeteme yazdığım haberleri genelde telefonla okurdum. Tabii telefon bulabildiğimde. Rahmetli General Deliç bu konuda çok destek verdi. Çok zaman onun komutanlık binasındaki telefonla haber geçmemi sağladı. Hatta bir keresinde rahmetli babamla konuşmamı bile sağladı. Allah rahmet eylesin. Oslobodenje gazetesi de aynı desteği veriyordu. O yıllarda daktilom, ofisim yoktu. Bulabildiğim yerlerde notlarımı tutardım. Oslobodenje gazetesi o dönemin genel yayın müdürü, “Ne zaman dilersen gel, burasını ofis gibi kullan.” derdi. Ben ise kendileri dahi telefon bağlantısı sıkıntısı içinde olan meslektaşlarımın imkanlarına ortak olmaya utanır ve gitmezdim. Yanısıra gitme imkanı bulabildiğim zamanlarda, Zenica’daki türk tugayında telefon bağlantısı kurabiliyordum. Hürriyet gazetesinin temsilciliğini yapmaya başlamadan önce, gönüllü gazeteciydim. Maaşlı çalışmaya başladığım dönem ağustos 1995 idi. Yani savaşın sonlarıydı. Ondan öncesi sadece ikimiz vardık. Bosna ve ben.
Türkiye’de gazete, radyo, tv hepsine gidiyordu haberlerim. Bir yolunu bulup Zagreb’e kadar giden haberlerim oradan Türkiye’ye ulaştırılıyordu. Zordu Eminacığım. Bosna savaşında gazetecilik yapmanın en zor yanı işte buydu. Haberleri yerine ulaştırabilmek çok zordu. Tabii ki sonrasında haberlerimin etkilerini öğreniyordum. Türk medyası için Bosna çok önemliydi. Türk halkı “Bosna için ne yapabiliriz” diye çırpınıp duruyordu. Zepa kuşatması esnasında kısa bir süreliğine Türkiye’ye gelmiştim. Bir televizyon kanalında saatler boyu süren televizyon canlı yayınına katıldım. Sabaha karşı saatlerde binlerce Türk genci Edirne’ye oradan Bosna’ya geçmek için harekete geçmişlerdi. Güçlükle durduruldular. Türkiye ayağa kalkmıştı. Türkiyem, Bosna’mı canı gibi, evladı gibi, kanı gibi , sahte olmayan gerçek duygularla sever. Hesapsız kitapsız,menfaatsiz sever. Hep sevecektir.
Savaştan sonra 20 yıl geçti. Bugüne kadar Bosna’dan en büyük değişim olarak gördüğünüz şey nedir?
En büyük değişimler. Bayrağım savaşın hemen sonrasında değişti. Okul kitaplarıma konulara kısıtlama getirildi şehit-soykırım kelimeleri yasaklandı. Milli marşım yok. Milli duygular görünmez aletlerle törpülenmiş, neredeyse köreltilmiş. Çetnik şarkıcılar gümbür gümbür konserler vermiş, üç parmak selamlaşmalarına “ne var bunda, Sırp selamlaşma adetidir” denilip geçilivermiş, biz “selam alejk” dediğimizde “buna da ne oluyor” diye tepkiler gösterilmiş… Fabrikalar açılmamış. Kan güllerim yok edilmiş. Ferhadiye’deki Kan Güllerim. Üzerine basmamak için bin bir çaba gösterdiğimiz “Kan Güllerim” yok edilmiş!
Şimdilik bu kadar. Üzerinde konuşulacak çok uzun bir konudur bu. Kesin çözüm projeleri çok gerekli olan konudur bu. Ben her zaman siyasi değil insani bakış açılarıyla bakan, gücü ancak buna yetebilen biri olarak, boşnakların, özellikle savaşı yaşamış olanların, şehit ailelerinin, gazilerin, esareti yaşayıp hayatta kalabilenlerin yanındayım. Bundan böyle onların acılarına değil, mutluluklarına, dimdik ayakta duruşlarına tanık olmak istiyorum. Dahası, gençliğin gerçek geçmişi öğrendiklerine tanık olmak istiyorum.
Evet. 20 yıl geçmiş. Geçmişte yaşamıyoruz. Ancak tünelin ucundaki aydınlığı da göremiyoruz. Geride kalan 20 yılın üzerini bir silgiyle silme lüksümüz yoktur. O geçmişi dipdiri tutarak, tünelin sonundaki aydınlığa doğru ilerlemeliyiz. Bizim savaş tünelimizin ayakta kalmasına izin verilmediğine inanıyorum. Adeta bugünlere bir mesaj gibi. Karanlıklara mahkumiyet mesajı gibi. İşte bu mahkumiyet mesajını elimin tersiyle silip, Bosnamı aydınlıklar içerisinde görmek istiyorum.
Bosna’nın şu an ki durumunu nasıl buluyorsunuz ve geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bosnam yine dünyanın inanamayacağı hamleler yapacaktır. Halk yan yatarak mucizeler beklemesin. Herkesin görevleri vardır. Hep birlikte. Hep ileri. Mevsiminde açan çiçekler gibi.
Türkiye – Bosna Hersek ilişkilerini değerlendirebilir misiniz?
Türkiye-Bosna Hersek ilişkilerini değerlendirmek için fazla söze gerek yok. Giderek güçlenen dayanışma var.
Son olarak, Boşnakçayı bildiğinizi biliyorum. Bosna Hersek medyasını takip ediyor musnuz ve nasıl buluyorsunuz?
Evet. Maalesef sadece elimden geldiğince takip edebiliyorum. Yıllardır bunun eksikliğini yaşıyorum. Sadece takip edebilme konumunda kalmak. Takip edebildiklerimi paylaşamamak üzücü. 2001 yılında gazetem Saraybosna’daki temsilciliğin kapanması kararını aldı. İlk şoku atlattıktan sonra aslında kibarca işime son verildiğini anladım. O günden bu yana Türkiye medyasında hiç kimse “gel bizimle çalış, hala Bosna hakkında anlatamadıkların var, hala Bosna için verilecek canın, canlandırılmasını arzuladığın projelerin var ” demedi. Adeta “Otur oturduğun yerde, internetten oku Bosna ile ilgili haberleri- bu kadarı sana yeter” denilmiş gibi. Kalemim kırıldı gibi:(
haber7.com