Prizren, Kosova

Prizren, gönüllerin, güllerin şehri

Her milletin bir resmi devlet sınırları olur bir de doğal sınırları. Türk milletinin Batıdaki doğal sınırı nereden başlar bilir misin? Batıda en Batıda… Sabrını zorlamadan söyleyeyim: Kosova’daki Sultan Murat Hüdavendigâr Türbesi’nden, Prizren’den.

Prizren, Kosova
Prizren, Kosova

Prizren bize Fatih Sultan Mehmet hediyesi, hatırasıdır. 1453‘de İstanbul’u fethederek “çağ kapatıp çağ açan” yirmi bir yaşındaki genç Fatih, aynı heyecanla Balkanların fethine devam edecek, “Kostantiniyye”nin fethinden sadece iki sene sonra Prizren’i “ehl-i hilâl” topraklarına katmayı başaracaktır. Bilesiniz ki o gün bugün; başı Şar Dağlarında 590 metre yüksekteki kalede, ayakları ovada, yamaçtan aşağıya süzülen Bistriça akarsuyunun iki yakasına kurulmuş bir Türk şehridir Prizren; her şeyiyle Türk, her şeyiyle Müslüman, her şeyiyle İstanbul… Kaleden Prizren’e bir göz attığınızda 33 minarenin, 33 caminin sizi selamladığını göreceksiniz.

Saat kulesi, minareler, kubbeler, hamamlar, şadırvanlar, taş köprüler şaşkına çevirecek sizi ve içindeki ses kulak verdiğinizde; “işte tarih, işte Osmanlı… tarihin koynunda, İstanbul’un koynundayım; Dersaadet’te, huzur yurdundayım” sözlerini fısıldadığını duyacaksınız.

Şehrin içine, ovaya indiğinde hâlâ ayakta olan “Fatih Sultan Mehmet sahra mescidi”ni göreceksiniz; fetih’ten, Fatih’ten yadigâr bizlere. Taşın, minberin, mihrabın ayağa kalktığını, safa durduğunu, el bağladığını, secdeye geldiğini hatta dile geldiğini görürsünüz Prizren Mescidinde. Yerel halkın Kırık Cami dediği namazgahın hâlâ dimdik ayakta olmasından, o ruhun da Prizren’de hâlâ ayakta oluşuna yorumlayacaksınız. Taşa saygınız sevginiz katlanacak; tıpkı ecdadınıza, Fatih’e, Fatih’in iki şehri İstanbul’a ve Prizren’e sevginizin artacağı gibi.

Şunu iyi bilesiniz ki Balkanlara medeniyeti Osmanlı götürmüştür. Osmanlının kurduğu hiçbir şehir olmasın ki camiler, şadırvanlar, hamamlar, çeşmeler, hanlar, kervansaraylarla bezenmiş olmasın. Altı asır önce başlayan bu çabaların eserlerinin büyük çoğunluğunu bugün hâlâ görmenin şaşkınlığını ve mutluluğunu yaşayacaksınız. İşte bunlardan birisi Prizren Tren İstasyonu. Sultan II. Abdülhamit’in sadece “hicaz demiryolu” değil Balkanları da inci gerdanlık misali adım adım demiryollarla ördüğüne, hemen her şehre de o döneme göre oldukça görkemli istasyonlar yaptırttığını göreceksiniz.

Safranbolu’da, Beypazarı’nda, Odunpazarı’nda, Taraklı’da hissedeceksiniz kendinizi Maraş Mahallesinde. Amasya’da Yeşilırmak kıyısında tarihi Türk evleri arasında gezintiye çıkmışsınız. Süleymaniye’de, Üsküdar’da, Fatih’te hissedeceksiniz. Özgün Türk-İslam mimarisiyle bezeli ahşap evlerin arasından geçecek, Altı Topuklu Çeşmeden şahane Şar dağı suyunu yudumlarken, İstanbul’dasınızdır bilin ki; Ebu Suud caddesinde eski Şeyhülislamlık Makamı önündeki her yanı medeniyet kokan çeşmeden su değil tarihi yudumlayacaksınız kana kana.

“Temizlik imandandır” hadis-i şerifinin hayat bulmuş hâlini Balkanlarda en çok da Prizren’de göreceksiniz. O nedenle Balkan şehirlerinin cami kadar hamam, şadırvan ve çeşmelerle donatıldığını da… Öte yandan Evrenosoğulları’nın Balkanlarda büyük hizmetlerini göreceksiniz; hele de Prizren’de. Evrenos Beyin torunu Ahmet Şemsüddin Beyin Prizren’de 1498’de inşa ettirdiği hamam, beş asır sonra da bütün ihtişamıyla hayatta ve bugün şehrin arkeoloji müzesi olarak gönül temizliği alanında hizmetini sürdürüyor. Hemen bitişiğinde Cennetmekân Sultan II. Abdülhamit hanın hediyesi görkemli saat kulesiyle birlikte.

Bir Cuma günü namazı eda etmek için Emin Paşa’nın şadırvanında abdest alan kardeşlerini göreceksiniz. İçeriden “Türkçe” vaaz gelecek, ardından gönüllere huzur bahşeden “ezan-ı Muhammedi”yi duyacaksınız bütün camilerden yükselen… Saf tutan Müslümanlara katılıp “saf olmanın”, “bütünün parçası olmanın”, “kardeş olmanın” gururunu, huzurunu yaşayacaksınız. Temiz tertemiz yüzlerle gönül gönüle eda edeceksiniz; Ortaköy Camiinde yahut Dolmabahçe’desiniz zira; o kadar aşina yüzlerle, seslerle, renklerle birliktesiniz…

Bu şehirde de – bütün balkanlarda olduğu gibi – Türkçenin bir “medeniyet dili” olduğunu müşahede edeceksiniz; Arnavut, Boşnak, Makedon, Türk… kadın erkek kız kızan… genç yaşlı gelin kaynana, dede nine… herkesin Türkçe konuştuğu, Türkçe bildiği bir şehirde olduğunu görecek; dilinizle kimliğinizle tarihinizle bir kez daha iftihar edeceksiniz.

Sokaklarından insanlar göreceksiniz Prizren’in; dillerinde bülbül misali Türkçe, gönüllerinde ay yıldızlı bayrak, hayata, yarınlarına umutla bakan. Yürüyecek yürüyecek yürüyeceksiniz onlarla birlikte geleceğe, hep bir özlemle, hep bir umutla, hep bir sevgiyle… Üsküdar yahut Beyazıt meydanındasınız sanki; o kadar sıcak o kadar bizden o kadar sevimli görüntüler, yüzler, ifadeler… Kafeteryalarda kahvelerini umutlarını hayallerini yudumlayan gençler dikkatinizi çekecek Prizren’de. Ortaköy sahilinden bir farkı olmadığını görecek, yaşayacak, hissedeceksiniz; “bu kadar mı İstanbul’a benzer bir şehir Ya Rabbi, bu kadar mı İstanbul’u yaşar bir şehir, bu kadar mı İstanbul’a gönül verir bir şehir” cümleleri dökülecek gönlünüzden…

Mısır çarşısına doğru yürüyen iki genç kız düşünün Yeni camii önünde; Prizren çarşısında adeta bunun aynısına şahit olacaksınız; o kadar sıcak ve benzer görüntülere aşina olacaksınız. Sinan Paşa Camiinin tıpkı Sultan Ahmet Camii ve meydanı gibi insanları nasıl “cem ettiğini”, topladığını, toparladığını ve birleştirdiğini göreceksiniz.

Prizren Türkçesi biraz farklı bir Türkçedir yalnız; Rize-Artvin Türkçesini hatırlatacak sizlere. “Gece”ye “cece”, “giderim”e “çidarım” dediklerine şahit olacaksınız.

Camiler, hamamlar, şadırvanlar şehridir demiştik Prizren’e. Vanlı Mehmet Kukli Bey tarafından yaptırılan Saraçhane’deki Kukli Camii, nehrin kıyısında Veteriner Kasım Bey tarafından yaptırılan Hacı Kasım Bey Camii, Tabakhane semtindeki Suzi Çelebi Camii, 1526’da Evrenos Yakup beyin yaptırttığı Arasta Camii, Budin, Bosna, Bağdat Valiliği de yapan Sinan Paşa tarafından Bistriça nehrini kıyısında yaptırılan, İstanbul’un Beyazıt Camii atmosferini veren ve neredeyse Prizren’in sembolü olan ünlü Sinan Paşa Camii…

Ve Prizren’in ünlü Taş Köprüsü… Şar Dağının eteklerinde kurulan şehri ortadan ikiye bölerken diğer yandan ikiye bölerken, diğer yandan ona hayat bahşeden Bistriça nehrinin üzerinde kurulu Prizren’in adeta Mostar’ı diyeceğimiz Taş Köprü. Bu köprüden geçerken sanki “sırat”tan geçtiğini hissedeceksin; iki dünyayı, iki kıtayı, ki kalbi, iki gönlü birbirine bağlıyormuşcasına, İstanbul’dasınız ve Boğaz köprüsünden geçiyormuşsunuz sanki…

Bütün medeniyetin de Prizren’in de bütün şifresi Fettah Emin’in dedesinden duyduğu şu sözde gizlidir: “ Oğul unutma, İstanbul baş, Prizren kuyruk!”

Biraz ilerleyince meşhur Şadırvan Meydanına gelecek; sanki Arafat’a gelmiş, sanki Sultanahmet Meydanına gelmiş, sanki Üsküdar sahilindeymiş gibi hissedeceksiniz kendinizi, Arnavut kaldırımlı şehir meydanında dolaşırken. Şadırvandan avucunla suyu yudumlarken, o tadına doyum olmayan enfes Şar Dağı suyunu kana kana içecek; bir yandan da İstanbul’un ünlü Hamidiye‘sinden fazlası var da eksiği yok diye düşüneceksiniz. Şadırvan’ın çevresindeki lokantalardan birisine misafir olup, ünlü Prizren mutfağını yakından tanıyabileceksiniz; koyun-kuzu etinden yaptıkları “Paşa Çorbası”yla başlamanızı tavsiye edeceğim. Sonra yuvarlak biçimli “Çüfte” dedikleri enfes köfte kokularını duyacaksınız önce. Sultanahmet’ten geri kalmayan. İnegöl kıvamında parmak şeklinde olanlar kebap – onların deyişiyle – “çebap” yiyeceksiniz. Kaşarlı köfteleri de bir başka lezizdir. Prizren düğünlerinin bayramlarının baş tacı yemeği “tava” dedikleri bizim “güveç” benzeri bir yemektir ki, mutlaka tanıyasınız. Dolmaları da sarmaları da çok meşhurdur ve lezizdir Prizren’in. Bilesiniz ki Prizren’de tatlı demek; revani demektir; güllaç ve sütlaç demektir. Sanki İstanbul’dasınız ve güllaç yiyorsunuz, üstelik Prizren’in gül şurubu eşliğinde. Zaten bahçelerinde de ortancaları, rengârenk gülleri bol bol göreceksiniz gezerken.

Prizren’in insanları “gönüllerindeki gül sevgisi”ni, “Muhammed” sevgisini bahçelerine, tatlılarına, şuruplarına kadar yansıtmışlar. Güle bu kadar aşina, güle bu kadar sevdalı, gülle bu kadar hemhâl, gülle bu kadar iç içe başka bir şehir başka bir halk başka bir sofra bulmanın zor olduğunu da bilmelisiniz.

Prizren, medeniyetimize özgü “Tekke kültürü”nü yaşatıyor büyük oranda. Hatmi çiçekli bahçeler ve şırıl şırıl akan çeşmeler arasından geçip Halveti Tekkesini, Şeyh Cemali Efendinin postnişinliğindeki Rıfai Tekkesini, Kadiri ve Nakşi Tekkelerinin –tarihteki coşku ve canlılığının yitirse de – hâlâ yaşadığına şahit olacak ve tarihinle kültürünle medeniyetinle bir kez daha iftihar edeceksiniz. Müspet ilimlerin yanı sıra gönülleri birbirine bağlayan tasavvufi ilimlerin Prizren’in başına gelen bunca badireye rağmen ayakta kalabilmesinde en büyük unsurlardan birisi olduğuna şahit olacaksınız…

Bu kentte caminin hamamın köprünün şadırvanın yanı sıra mahalle isimlerinin de hâlâ yaşadığını göreceksiniz: Terzi mahallesi, Hoca mahallesi, Atik yani eski mahalle, Yeni mahalle, Körağa mahallesi, Tabakhane mahallesi, Tuzsuz mahallesi, Muhacir mahallesi gibi.

Bir yerin bir bölgenin “kim”e, “hangi medeniyete” ait olduğuna en başta mezar taşları ve türbeler belirler; Kosova Ovası, Sultan Murat o türbede yattığı sürece Türk’tür; türbelerin, camilerin avlularındaki beş asırlık mezar taşları var olduğu sürece de Prizren Türk’tür ve Türk kalacaktır.

Evet Prizren, ben mi dedim sana güzel olasın, İstanbul’un kardeşi, gönüldaşı olasın…

Kaynak: Kosovahaber.net

Yazar: Fahri Tuna

Ayrıca Bakınız

Nishani: ‘Bosna Hersek’in Kosova’yı Tanımasını Temenni Ediyorum’

Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bujar Nishani, başkent Saraybosna’ya yaptığı ilk resmi ziyaret kapsamında, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı …