Mostar’dan yola çıkıp Kraviçe şelalelerine uğradıktan sonra Sarajevo istikametine devam etmiştik. Tabii ben bunları yazasıya kadar aradan aylar geçti, erkek kardeşim geldi buraya ve beraber bir tatil daha yaptık. Kardeşimle Kuzey İtalya’yı gezdik ve beraber Türkiye’ye döndük. Sonrasında bir aydan fazla Türkiye’de kaldım ve 3 gün evvel evime döndüm.
Araya bir de daha önce bahsetmiş olduğum İtalyanca CELI 2 sınavım girmişti ki iyi geçtiğini söylemeliyim. Hala sonucu bilmiyorum ama bu sene CELI3ü almak konusunda beni heveslendirecek kadar iyi geçti sınav.
İtalya’da tahminlerimize göre son senemize girmişken gezi yazılarımı bitirmeye odaklandım diyebilirim. Bir kaç hafta üst üste çok fazla gezi yazısı yazıyor olacağım ve ardından da her güne bir İtalya konulu yaşam yazıları paylaşmak istiyorum.
Saraj Bosna’yı gezi planımıza dahil etmemizde ısrarla gitmemizi salık veren arkadaşların payı büyüktür. Biz de gitmeyi istiyorduk ama bir yanımız utanç içerisindeydi sanki. Ben bilhassa savaşa dair çok şey göreceğimi düşünüp üzülüyordum. Gördüm de aslında sonradan, ama gördüklerim daha ziyade savaşın asilleştirdiği bir toplum oldu. sarajevo’ya adım attığımız andan itibaren çok saygılı ve alçak gönüllü insanlara denk geldik. En turistik mekanlarda bile kibarlıkla muamele gördük ve güzel, gülen, içten simalarla muhatap olduk. Birinci olarak bu sebepten, ikinci olarak da aylarca Türkiye’de uzak kaldıktan sonra adeta kendimizi Bursa’da veya Manisa’da gibi hissettirdiği için Sarajevo her daim kalbimizde özel bir şehir olarak kalacak.
Sarajevo’da havaalanına yakın bir otelde iki gece konakladık. Odamız gayet büyük ve temizdi. Otelin sahibi Türkmüş ama rezervasyon sırasında bunu bilmiyorduk. Çok misafirperver ve amatör ruhlu, tatlı personeli vardı otelin. Özellikle kahvaltılarımız sırasında Cevcev’i oyalayarak bize konfor yaşattılar
Gezi planımızı her zaman sade tutuyoruz ve zamanımız artarsa, Cevcev’in keyfi yerindeyse araya sürprizler sıkıştırıyoruz. Sarajevo’da görmek istediğimiz yerler Başçarşı ve civarı, Başçarşı’daki tarihi han ve çarşılar, camiler, Sebil meydanı, 1. dünya savaşının çıkmasına sebep gösterilen veliaht prens cinayetinin işlendiği Latin köprüsü, şehri kuş bakışı görebileceğimiz bir tepe, sonrasında şehitlikler ve Vrelo Bosna adı verilen mesire yeriydi.
Başçarşı açık bir Kapalıçarşı. Osmanlı döneminden kalan bu bölüm eski şehrin yaşam ve ticaret merkeziymiş. Günümüzde de pek çok gelenek burada devam ediyor. Bakırcılar, halıcılar, Türkiye’den geldiği her halinden belli olan İznik çinilerini ve diğer turistik eşyayı satan dükkanlar var. sanat eseri satan ufak ve enteresan galeriler ve dükkanlar tek tek girip incelemeye aday. Çarşı saat 5- 6 gibi kapanıyor ve sadece lokantalar açık kalıyor. Dükkanlar kapandığında da orda olmak çok güzel çünkü bilhassa Bakırcılar çarşısında dükkan kepenkleri demir işlemeli ahşap panjurlardan idi. Bu tarz ahşap panjur-kepenkleri ilk defa burda gördüğüm için çok sevdim.
Başçarşı ve çevresinde bir hayli zaman geçirdik. Şehre akşam üstü ulaştığımız için ilk akşam yemeğimizi çarşıda yedik. Defalarca bir ucundan diğer ucuna yürüdük. Sebil meydanında dakikalarca güvercin yemledik.
İkinci günümüzün sabahında Vrelo Bosna isimli parka gitmek üzere yola çıktık. Arabamızı park ettiğimiz yerden itibaren 4 kilometrelik bir yol yürümemiz gerektiğini bilseydik kesinlikle faytona binerdik Bize bu güzel parkı anlatan otelin lobisindeki güzel kız, malesef 4 kilometrelik bir yolu bisiklet sürmekten yorulup kucağımıza gelmek isteyen kocaman Cevcevle nasıl yürüyeceğimiz düşünememişti. Zaten yolun ilk kilometresini 1,5 saatte yürüyerek kendi çapımızda kaplumbağa rekoru da kırdık hani Her otu, taşı, karıncayı, salyangozu, dalı tek tek inceleyip bir kısmını da koleksiyon yapmak üzere yanımıza aldıktan sonra “Sular akan güzel yer şu tepenin arkasında olabilir mi??” demeyi bırakıp geri dönmeye karar verdik. Aslında upuzun, ulu ağaçların iki yanını kapattığı loş, serin ve harika bir patikada yürüyorduk ama geri dönüşü başaramayacağımızı fark ettiğimiz noktada geri döndük. Halimiz öyle komikti ki… Yol boyunca koşarak gidiş istikametinde yanımızdan geçenler (bisikletlilerden hiç bahsetmiyorum) tekrar koşarak geri dönüşe geçtiklerinde biz yolu yarılayamamışız bile. Yani, olur da bir gün çocuğunuzla birlikte Vrelo Bosna’ya yolunuz düşerse FAYTONA BİNİN
Çılgınca yorulmuş halimizle parkın çıkışındaki ilk kafeye oturup ağaçlar altında kahve içtik. Bosna Avrupa’ya kıyasla öyle ucuz ki tatil yapmak adeta bir zevk. Nerede bir kahveye 5-6 euro ödediğiniz kalabalık Roma, nerede Bosna…
Vrelo Bosna’dan ayrılıp yine Çarşı’ya gittik. Arabayı park ettikten sonra Çarşı etrafında küçük bir yürüyüş yaparak nehir kıyısına ulaştık ve Latin Köprüsünden geçtik. Veliaht prens köprü üzerinde aracıyla halkı selamlayarak geçerken keskin nişancı ateşiyle öldürülüyor. Sonrası malum. Bir savaşta asla tek bir sebep ve tek bir sonuç olmaz. Savaşların arka planında neler dönüyor ? Basit okumalarımızla ve kimin yazdığı bilinmeye sığ tarih dersi kitaplarıyla çağı yorumlamak namümkün. Balkanlarda yüzyılı aşkın süredir çok acı şeyler oluyor. Aslında o kadar iç içe ve o kadar aynı ve o kadar iyi ki halk. aynı bizim gibi diyordum oraları gezerken. Ahh nasıl da acıdır bir savaş… 44 ay kuşatma ne demek!!! Avrupa’nın ortasında… Ve şimdi benzer şeyler dibimizde oluyor, ateş bu sefer de Ortadoğu’da yanıyor. Sonunu ürkerek ve ürpererek merak ediyorum.
Sonrasında yeniden Başçarşı’ya gidip yeniden güvercinleri milyon defa yemledikten sonra oturup meşhur Boşnak Böreği’nin tadına bakmak nasip oldu. Patateslisine bayıldım. Dünyada daha o kadar lezzetli patatesli börek yemedim, iddia ediyorum. Sonrasında çarşıdaki tarihi yapıtları dolaşmaya başladık. Hacı Hüsrev Bey camisinin avlusunda epeyce vakit geçirdik. Şadırvanı tavanındaki ahşap işlemeler beni neden bilinmez çok etkiledi. Sonradan oteldekilerden öğrendiğimize göre tavan süslemelerinde yedi farklı hat ile “Biz herşeyi sudan yarattık (Enbiya 17/30)” ayet-i kerimesi yazıyormuş.
Caminin hemen karşısında yer alan Moriçe han yine çok sevdiğimiz bir mekan oldu. Vakt-i zamanında kendi devrinin oteli olan bu mekan 2 katlı. alt katta eskiden ahır, mutfak vs olarak kullanılan odalar, üst katta ise yatak odaları bulunuyormuş. Günümüzde bu han aynen İzmir Kemeraltı’ndaki Kızlarağası hanı gibi… Bir miktar ufağı belki. Avlusunda bir restoran ve bir kahve var. Otantik ve turistik ürün satan ufak dükkanlar Kızlarağası adına bana bir göz kırptı ve İzmir’i özlemle andım Bu hanın avlusunda uzun uzun oturduk ve bolca çay içtik. Gençlik adeta orada yaşıyordu, pek çok arkadaş grubu vardı ve yaş ortalamasının bariz üzerindeydik Neyse ki Cevcev ortalamayı yakalamamıza yardımcı oluyordu
Şehitlik ziyaretinden sonra dağların arasına kurulmuş şehri kuşbakışı izledik bir müddet. Çatılar, evlerin yapısı o kadar andırıyordu ki Bursa’yı. Ayrılırken içim burkuldu… Ayrılamadım adeta. Sarajevo’da bir şey beni hep çağıracak, biliyordum giderken.Gün akşama vururken şehitliklere vurduk biz de yolumuzu. Lakin GPSimiz Şerafettin Tomtom Bosna Hersek’de lal kesildiği için yönünüzü harita ile bulmalısınız. Harita ile bulabildiğimiz kadarıyla bir şehitliğe ulaşıyoruz. Müslüman, Ortodox ve Katolik kabristanları yan yana… Yaşamları gibi. Başçarşı’da ibadet mekanları adım mesafesiyle ölçülen, dost olan, arkadaş olan, alışveriş yapan, aile olup bir arada yaşayan halklar ölümde de yan yana…
Kaynak: kendiizinisurendeli.wordpress.com