Bir kere Saraybosna’da kadınlar, bizde olduğu gibi lafta el üstünde tutulmuyor. Kadına karşı saygının ne olduğunu bize öğretmeleri lazım. İkincisi Boşnak kadınlar çok güzeller ama erkekler tarafından objeleştirilmiyorlar. Medeniyet böyle bir şey demeden edemiyorum.
Saraybosna’nın merkezinde bizim Nişantaşı’na benzeyen bir cadde var. Bildiğimiz tüm markalar, kafeler, sahneler orada. İnsanlar volta atıyor, Bosna kahvesi veya ince belli bardaklardan çay içip nargile tüttürüyor. Biz de tam bu caddeden “Sönmeyen Ateş Anıtına” gitmek istiyoruz. (Gerçi geçenlerde bir doğalgaz kesintisi olunca anıt sönmüş ama neyse). İkinci Dünya Savaşını simgeleyen bu anıt, Almanlara karşı savaşan Tito ve partizanları için yanıyor gece gündüz.
Caddede yürürken birden bire uzun bir konvoyla karşılaşıyoruz. Resim şu: Kol kola girmiş güzelim kızlar ve oğlanlar ellerinde çiçeklerle Başçarşı’ya doğru yürüyor.
Toplu evlilik gibi mezuniyet
Onlara aileleri eşlik edip bol bol fotoğraf çekiyor. Biz anıtı unutup kalabalığı takip etmeye başlıyoruz. Aklımıza ilk gelen bunun bir toplu evlilik olduğu; çiçekli çiftlerin ancak öyle bir açıklaması olabilir. Genç çiftler arada “Allahu Ekber” diyor ve kameralara poz veriyor. Derken topluca Begova Camii’ne giriyorlar. Kalabalık düğümleniyor ve biz Ercan’la birbirimizi kaybediyoruz. Bu esnada ben birilerine bunun bir düğün olup olmadığını soruyorum. Karşımdaki kızlar kıkırdayarak ‘hayır’ diyor. Bu imam hatip lisesi mezuniyetiymiş. Kızlı erkekli, süslü püslü, yan yana yürüyünce kesin bir aşk seremonisi olarak okuduğum şeyin imam hatipten mezuniyet korteji olduğunu öğrenmek beni açıkçası şaşırtıyor. Balkanlarda İslamiyet’in farklı olduğu biliyordum, ama bu kadar farklı olabileceğini düşünmemiştim. Bizdeki imam hatip mezuniyetinde kızlar ve erkeklerin kol kola girip mezun olmalarını tahayyül edemiyorum, oysa burada kadın erkek meselesi bizde olduğu gibi mesele değil.
Medeniyet böyle bir şey
Bir kere kadın, bizde olduğu gibi sadece lafta el üstünde tutulmuyor. Kadına karşı saygının ne olduğunu bize öğretmeleri lazım. İkincisi, kadınlar açık olsun kapalı olsun, çok bakımlı ve güzel, insanı çirkin hissettirecek kadar güzel, ama buna rağmen erkekler tarafından objeleştirilmiyorlar. Bunu net bir şekilde görüyorsunuz ve yaşıyorsunuz. Medeniyet böyle şey demeden edemiyorum. Mezuniyet töreni devam ederken geniş bir avluda dev bir ağacın altına kurulup kahvemi söylüyorum. Biraz yazı yazıp dinlenmek istiyorum. O esnada Ercan, güleç bir öğrenci ile yanıma geliyor. Dört senedir Saraybosna’da okuyormuş, ondan o kadar çok şey öğreniyoruz ki.
Zeynep, türbanı yüzünden Türkiye’de rahat okuyamadığı için buraya gelmiş. Burada çok mutlu, hiç dönmeyi düşünmüyor. Konu mezuniyet törenine geliyor. Zeynep diyor ki “Burada İslam’ı bizden çok farklı yaşıyorlar. Koskoca hacı teyzeler bile ‘sevgilin var mı’ diye soruyor, olmayınca ayıplıyorlar. İmam hatipte okuyabilir, dinini çok derinden yaşayabilir kadın ama sevgilisiyle el ele tutuşur ve ayıplanmaz”. Etrafta gördüğümüz güzel kızları soruyorum; “evet” diyor, insan burada kendini çirkin hissediyor, kadınlar kadın gibi. Zeynep, nasıl oturulacağını, dik duracağını, zarafeti ihtiyar komşusundan öğrenmiş.
Topuklu ayakkabı ilk defa burada giymiş. Savaş zamanında bile kadınlar bigudilerini, saç boyalarını aksatmamış. “Peki kadın erkek ilişkisi nasıl?” diye soruyorum. Şöyle bir zorluk varmış, burada erkekler şımartıldığı için burunları biraz havada, kadınlar erkeklerin peşinden koşmak zorunda kalıyormuş. “Eee haliyle ben de zorlanıyorum” diyor, çünkü Türkiye’de tam tersi, erkek kadını kovalıyor. Buraya geldikten sonra İslam’ın bu halinin daha doğru olduğunu anladığını söylüyor. Kadınlar her yerde, çalışıyor, yaşıyor, sokaklarda, parklarda rahatça dolanıyor. Bosna’daki İslam tam bir sentez..
Kadına şiddet yok gibi
Geleneksel Bektaşiliğe yaslanan İslami kültürünün izdüşümlerini görüyoruz. Bir taraftan da Bosna Müslümanlığında İzzetbegoviç’in entelektüel yönü ağır basan İslamcılık anlayışı hakim. Bütün bunlara bir de Bosna direnişinde Selefi İslamcılık da eklemlenmiş. Böylece adeta dini Rönesans yaşamışlar.
Döndükten sonra Bosna’da kadına karşı şiddet figürlerine bakıyorum. Bizimle kıyaslanamaz bile- yok gibi. Gerçi bizim ülkeyle kimse yarışamaz hale geldi o yüzden kıyaslamaya gerek yok. Savaşın etkilerini soruyorum. Zeynep’in jenerasyonu savaş sonrası jenerasyon. Çok ilginç, bir arkadaşının sadece beyaz tişört aldığını söylüyor. Savaş zamanında canlı hedefe dönüştüğü için kimse beyaz giyemez olmuş. Ama arkadaşları savaşı hiç konuşmuyorlarmış. Çoğunun ailesi savaşta ölmüş, yaralanmış, binlerce kadına tecavüz edilmiş ama onlar bugün konuyu hep kapatıyorlar.
Suskunluk anlaşılır
Eğer ailede savaş gazisi, kayıp varsa üniversitede burslu okunuyormuş, ama kimse kimin burslu, kimin paralı öğrenci olduğunu bilmiyormuş. Anlıyorum, öyle korkunç şeyler yaşadılar ki ve bu bütün dünyanın gözü önünde, göz yummasıyla yaşandı, çok yakın bir tarihte yaşandı- o yüzden devam edebilmek için susmayı anlıyorum.
Dönmek istemiyorum
Kahveden sonra sokaklara atıyoruz kendimizi. Zeynep’ten öğrendiklerimle insanlar daha farklı bir gözle bakıyorum. Güçlerine, sevinçlerine hayran oluyorum. “İnsanlar burada o kadar temiz, o kadar dürüstler ki, yüzlerine yansıyor” demişti Zeynep, “hiç bir esnaf kazık atmaz, korkmayın.” Benim geçirdiğim günlerde bunu bir fiil görüyorum. Taksici “yakın mesafe götürdüm, paraya gerek yok bile” diyor mesela. Ne yalan söyleyeyim, Bosna’dan dönmek istemiyorum. Özlediğim, aradığım her şey orada.
Yazar: Pelin Batu
Kaynak: Milliyet.com.tr