Yavuz’un Sadrazamı Bir Köyde Yatıyor

Birkaç hafta önce Marmara Üniversitesi’nde mastır çalışmaları çerçevesinde arkadaşlarımıza tez konuları önerildi. Altmış kadar tez konusu içinde herkes beğendiği bir yada birkaç konuyu alarak incelemeye başladı. Hocamız bazı konularda özellikle teşvikçi oldu ve bizleri bu yerler yada eserler üzerine çalışmaya yönlendirdi. Hocamızın üzerinde durduğu konulardan birisi özellikle ilgimi çekti.Bir sadrazam külliyesinden bahsediyorlardı. Hersekzade Ahmet Paşa ve yapıları. Hadisenin ilginç boyutu bu külliyenin Yalova’ya onbeş km. uzaklıktaki bir köyde olmasıydı. Önce çok şaşırdım. Sonrasında da herhalde önemli bir devlet adamı değildi dedim. Fakat Hersekzade o günden sonra aklımdan bir türlü çıkmadı. İşin acı yanı, tezi alan arkadaşımız o hafta sonu Yalova’nın Sadrazam’ın ünvanı ile anılan Hersek Köyü’ne gittiğinde görevliler tarafından hiç de iyi karşılanmamıştı. Burasını muhakkkak gezmeliydim. Elbette bir fırsatı çıkar dedim ve beklemeye başladım.

Stefan’dan Ahmet Paşa’ya: Bu arada da evimdeki kütüphaneden Hersekzade Ahmet Paşa’yı araştırmaya başladım. Araştırmalarım sırasında az daha şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak hale geldim. Bugün bir köyde medfun bulunan Sadrazamımız meğer ne büyük bir devlet adamı imiş. İlginç ve uzun hayatı ciddi dikkatimi çekmeye başladı. Asli hüviyetinden eğitimine, getirildiği vazifelerden son anlarına kadar muhteşem bir hayat hikayesi vardı. Bir kere kendisi Hersek Dükası Vurkşiş Kosariç’in en küçük oğlu idi. Fatih sultan Mehmet Bosna ve Hersek’i fetettiğinde bu Düka Fatih’e bağlılığını bildirmiş ve bu bağlılığının samimiyeti adına en küçük oğlunu Osmanlı başkentine göndermişti. İşte Stefan adındaki bu çocuk Hersekzade Ahmet Paşa’dan başkası değildi. Bu alıkoyma kesinlikle bir esaret hayatı değildir. Çünkü bu çocuk direk saray okulu olan Enderun’a alınacak e orada muhteşem bir eğitime tabi tutulacaktır. İleride Müslüman olacak ve Ahmet adını alacaktır. Akıllara, bu çocuğun asimile edildiği falan gelmesin.

Öyle bir şey olsaydı Osmanlılar bu çocuğa Hersekzade adını takmazlardı. Zadeoğlu manasına gelir. Ve görüyoruz ki bu çocuk babasının Hersek dükası olduğunu biliyordu ve bu durum ona unutturulmamış, bilakis babasının ünvanı ile çağırılır olmuştu.Çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile Fatih’in gözüne giren Hersekzade Miralemliğe getirilecek, bu unvan ile Fatih Sultan Mehmet’in 1478 de çıktığı İşkodra Seferine katılacaktı. Hatta bu seferde Fatih’in bir sıkıntıdan dolayı şikayeti üzerine  –Gedik Ahmet Paşa kulunuz olsa bu sıkıntı çıkmazdı diyecek ve onun hapisten kurtarılmasına vesile olacaktır.Fatih Sultan Mehmet sonrasında da çalışkanlığı ile göz dolduran Hersekzade 2.Bayezid döneminde Anadolu Beylerbeyliğine yükseldi. Hatta bununla da kalmayarak saraya damat olmuş ve 2.Bayezid’in kızı Hundi Hatun ile evlenmiştir. Osmanlı Memluk çatışmalarında bir ara esir düşmüş ve Kahire’ye görütülmüş, fakat sultan Kayıtbay tarafından serbest bırakılarak yeniden İstanbul’a dönmüştür. Dönüşü sonrasında da kaptanı Deryalığa getirilecektir.1497 Hersekzade Ahmet Paşa’nın ilk kez Sadarete geçtiği yıldır. Bundan sonra hayatı boyunca bu vazifeye dört kez daha getirilecektir. İşte Hersekzade böyle bir özel insandı. Hayatını araştırdıktan sonra oraya gitme isteğim artık iyice depreşmeye başladı.

Nihayet Yalova Yolları Gözüktü:

Nihayet kısa bir süre sonra Yalova’ya gitmek için bir sebep hasıl olmuştu. 11 Aralık Pazar günü sabah 07:00 de kalkan Pendik Yalova feribotu ile Yalova’ya geçtim. Beni karşılayan birkaç arkadaşım ile sahilde yapılan küçük bir kahvaltı sonrasında Hersek Köyü’ne gitmek için yola koyulduk. İzmir İstanbul yolu üzerinde İzmit’e doğru gittiğimiz 10 km. sonrasında yolun soluna girerek beş km. kadar da ara yolda ilerledik ve derken Hersek Köyü’nün girişine geldik. Aslında ortada öyle alışık olduğumuz tarzda bir köy yoktu. Burada dağnık yerleşim dolayısı ile evler genelde düzlüğe yayılmış. Ayrıca köyün asıl merkezi eskiden Hersekzade’nin camisi ve külliyesi iken sonraları biraz daha aşağılara kaymış. Neden keşke dediğimi oradaki yaşlıların ifadelerinden dolayı söylüyorum. Çünkü Hersekzade’nin külliyesi, bölge içinde zemini en sağlam yer iken daha sonra ovaya taşınanlar gayet gevşek bir zemine geçmişler ve 17 Ağustos depremi de kendilerini daha ciddi etkilemiş.

Bir Sadrazam Külliyesi:

İşte en sonunda Külliye’nin tam karşısına geçebiliyoruz. Ortada kesme taştan sakıflı çatısı olan klasik Osmanlı mimarisi ile ele alınmış güzel bir cami var. Gözüm diğer külliye yapılarını arıyor ama pek de bir şey göremiyorum. Yanımdakilerin yardımı ile caminin solunda bahçe içinde kaidesi bir hayli yüksek olarak tasarlanmış Hersekzade Ahmet Paşa’nın kabrini görüyorum. En arkalarda da yarı yıkılmış bir hamam ile ilerideki zeytinliklerin içinde maksemli bir çeşme görülüyor.

Caminin sağ tarafında bahçe içinde uzun ince prefabrik bir yapı daha görülüyor. Burasının, depremden sonra yapılmış ve ibadet için kullanılan bir mekan olduğunu anlıyoruz. Herne kadar zemini sağlam olsa da Hersekzade’nin camisi de bu sarsıntılardan payını almış. Bunun en bariz göstergesi caminin sol başında hala öylece duran taş tuğla yığınları. Bunlar caminin bugün ayakta olmayan minaresine ait molozlar.

Biz caminin etrafını gezerken yanımıza caminin imamı ve cemaatten birkaç kişide geliyorlar. Önce tepklili yaklaşıyorlar. Burada ne yapıyorsunuz, fotoğraf çekmek yasak gibilerden. Allah’tan Samanyolu Tv.nundan tanıyanlar arayı yumuşatıyorlar. Sonra da bizim onlara nasihatlerimiz başlıyor. Buraların ihya olması için bu tarihi mekanları araştırmaya gelen ilim adamlarına göstermeleri gereken yardım vb. Geçen hafta gelen ve çalışması engellenen arkadaşı kastediyorum. Cemaatten bir yaşlı amca bizi daha geniş aydınlatıyor. Caminin bahçe girişi önünde şuan ayakta olmayan odaların bulunduğunu söylüyor. Heyecanlanıp detaylı anlatmasını istiyoruz. Söylediklerinden anladığımız kadarı ile külliye’nin bir de hanı olduğu ortaya çıkıyor. Amcamız; – Bu bahçe kapısı önünde yan yana uzanan üzeri kubbeli odalar vardı, diyor. Onlara ne oldu diyoruz, çok pejmurde bir halleri vardı köylüler de onları yıktılar diyor. Böyle bir durumda ne söyleyebiliriz ki. Acı bir ifade kaplıyor yüzümüzü. Keşke sahip çıkılabilseydi diye düşünerek camiye doğru geçiyoruz.

Hocamız bizim birer define avcısı olmadığımıza kanaat getirmenin verdiği rahatlıkla caminin kilitli kapısını açıyor ve içeriye giriyoruz. Caminin heryanı tarih kokuyor. Fakat deprem sonrası kapalı kalması dolayısı ile içerisi son derece bakımsız. Gözüm caminin mermer mihrabına takılıyor. Tacı beş çıkmalı mihrabın iki yanında muhteşem bir şekilde oyulmuş iki adet kum saati var. Orijinal bir eser olduğu ortada. Aynı şeyi minberi için söylemek o kadar kolay değil. Minber daha sade görülüyor. Tarih içinde birçok müdahalelere maruz kaldığı ortada.

Caminin orjinalinde kubbeli bir örtü sistemi olduğunu öğreniyoruz. Yıllar içinde geçirdiği depremler nedeniyle kubbesini kaybetmiş. Bugün sakıflı bir çatı ile örtülüyor. Aklıma Makedonya Üsküp’teki 1.Murat camisi geliyor. O da aynı akibeti paylaşıyordu. Caminin dış kapısı önüne yeniden geldiğimizde şuan kubbeli örtü sistemi olmayan bir son cemaat yeri ile karşılaşıyoruz. Ortada sadece dört adet direk kalmış. Giriş kapısının üzerinde hala iki tane kitabe duruyor. Biri yapılış diğeri de tamir kitabeleri. Camiye klasik Osmanlı yapısı demem boşuna değil. Çünkü yapı 1508 yılında buraya inşa edilmiş. Yani Osmanlı tahtında 2.Bayezid’in bulunduğu yıllar. İstanbul fethedileli daha 55 yıl olmuş.

Caminin son cemaat yerinin altında, yapının ana duvarlarına dayanmış olarak 19 tane mezartaşı duruyor. Yedi tanesi sarıklı, üç tanesi hotozlu hanım mezartaşı, üç tane de fesli var. Altı tanesinin ise maalesef baş kısımları mevcut değil. Bu taşlar aslında caminin bahçesinde, Hersekzadenin kabrinin civarında bulunan kabirlere ait taşlar. Fakat depremden sonra hepsi yerlerinden çıkarılarak buraya toplanmış.

Tek tek hepsini okuyoruz. Genelde yakın ailelerden kişiler. Ortak özellikleri, Hersekzade Külliyesi’nin mütevelli aileleri olmaları. Özellikle hemen birçok taşta adı geçen Pirzade Muhammed Ağa’nın kendisi, kızları, oğulları ve eşinin kabir taşları da burada.

Fatih’i, Yavuz’u ve Kanuni’yi Görmüş Bir Kişi:

Sıra sabırsızlıkla beklediğim ana geldi. Yani Hersekzade Ahmet Paşa’nın kabrini ziyarete. Caminin sol yanında duran yüksek kaideli ve etrafı açık bir türbe burası. Kesme taşlardan örülmüş kaide en az iki metre yüksekliğe sahip. Açık bir merdivenden yukarıya doğru tırmanıyoruz. Hersekzade’nin türbesini en yukarıda bir metre boyunda mermer korkuluklar çevirmesine rağmen kapısı üç kat daha yüksek ve yukarısında da mermer çerçeveleri var.Bu da bize türbenin bir üst yapı öğesine sahip olduğunu gösteriyor. Türbenin hem kaidesi hem de üst korkulukları sekizgen olarak inşa edilmiş. En üzücü yanı sadrazamın orijinal mezartaşının yok olması. Bugün idareten betondan bir mezartaşı döküp başına onu dikmişler.

Yanımızdaki arkadaşlar ile el açıyor ve bu büyük sadrazamın ruhunu şad etmeye çalışıyoruz. Bir yandan ruhuna bir şeyler okurken diğer yandan da aklımdan Hersekzade’nin hayatının en sarsıcı bölümleri geçiyor. Bu bölümlerin Yavuz Sultan Selim dönemine ait olduğunu söylersem ne kadar sarsıcı olduğunu tahmin edersiniz. Döneminde insanlar birbirlerine ilenmek için, – Allah seni Yavuz Sultan Selim’e sadrazam yapsın derlermiş. İşte Hersekzade bu vazifeyi Yavuz döneminde iki kez yapmıştı. Yavuz Sultan Selim Osmanlı tahtına oturduğu 1512 yılında sadarete O’nu oturtacaktı. Ve tahta geçtikten bir yıl sonra çıktığı Çaldıran Seferinde de yine bu makamda Hersekzade vardı. Düşünebiliyor musunuz. Çaldıran Seferi’nin Sadrazamı, Yavuz Sultan Selim Han’ın yardımcısı şuan yanımızda duruyordu.

Osmanlı’da Kokuşma Yoktur:

Osmanlı’da hiç kimse büyük vazifelerde uzun süre durmaz. Devamlı yer değiştirme esası vardır ki böylece kimse kokuşmaz ve bulunduğu makamda pas bağlayarak başkalarını da buradan istifade eder bir hale getiremez. İşte bunun gibi nice özel neden sebebiyle Hersekzade’de görevi iki sene sonra terk edecek ve Dukakinzade ile Hadım Sinan Paşa’nın birer yıllık sadareti sonrası Yavuz Sultan Selim’in ısrarları üzerine yaşlı olmasına rağmen yeniden ve bu kez son olarak Sadrazamlığı kabul edecektir. Yavuz’a uzun süre sadrazamlık yapmak zor iş ve artık yaşlılıkta varsa bu görev çok uzun sürmeyecektir ve bir yıl içinde Hersekzade Bursa muhafızlığına atanacaktır.

Bu görevini yaptığı yıllarda Yavuz Sultan Selim Memluk Devleti’ne son vereceği Mısır Seferi’ne çıkacak ve bu kez de Hersekzade’yi yanında görmek isteyecektir. Padişah çağrısını alan Hersekzade Bursa’dan Mısır’a doğru yola çıkacak ama Kızılçöl mevkiinde vefat edecektir.

İşte dolu dolu bir hayatın sahibi tam önümüzde duruyordu. Bu kişi öyle biriydi ki hem Fatih Sultan Mehmet hanı, Hem 2.Bayezid’i hem de Yavuz’u görmüştü. 1517 lere kadar yaşadığına göre kanuni Sultan Süleyman’ında delikanlılık yıllarına vakıf olmuştu. Çaldıran Zaferine tanıklık etmiş ve Mısır Seferi yollarında inşallah Şehiden vefat etmişti. Ne muhteşem bir hayat ne ne gariptir ki böyle bir zat bugün ıssız ve terkedilmiş gibi duran bir köy kenarında yatmaktaydı. Dualarımızı bitirirken buralara bir an önce sahip çıkılarak restore edilmesini de ta içimden gelerek dilemekteydim.

Külliyedeki Diğer Yapılar:

Hersekzade Ahmet Paşa’nın türbe kaidesinin hemen yanında bir kabir daha görülüyordu. Taşı dursa da başlık kısmı olmayan taşı okurken yanımdaki arkadaşlarla birbirimize bakıp tebessüm etmekten kendimizi alamadık. Taşta aynen şöyle yazıyordu:  -“Hersek Ahmet Paşa mütevellisi olan el hac İbrahim Ağa ruhuna…”

Hersekzade Ahmet Paşa’nın külliyesinde görmediğimiz ve bugün hala ayakta durabilen iki şey daha vardı. Az ilerideki yıkık hamam ve zeytinlik içinde kalmış olan maksemli çeşme. Hamamın içine girdiğimizde, her hali ile –“ben bir paşa hamamıyım” diyordu. Duvarlarındaki mukarnasları hala görülebiliyordu. Kubbe havalandırma gözleri tek tek altıgen şekillerde oyulmuştu. Kubbelerin beden duvarları ile geçişini sağlayan üçgen pandantiflerde bile ciddi bir sanat görülebiliyordu. Külliyenin en sağlam gözüken yapısı çeşmesi idi. Geç bir zamanda tamir gördüğü belli oluyordu.

Yalova’daki Kivi Çiftlikleri:

Hersekzade Köyüne kadar bize yol gösteren arkadaşlarımızdan birisi vaktimiz olup olmadığını sordu.Eğer varsa yakındaki tarlalarına gidebileceğimizi söyledi. Ben önce bir şey anlayamadım ama bu tarlanın bir kivi çiftliği olduğunu öğrenince oyumu gitmekten yana kullandım. Arabamıza atlayarak birkaç dakika içinde bahsedilen yere geldik. Arkadaşımızın burada çok güzel birkaç katlı betonerme bir evi vardı. Evin yanında da ileriye doğru uzanan bir bahçe. Uzaktan bakıldığında birkaç metre aralarla dikilmiş demir direkler ve bunlara sardırılmış üzüm asması gibi şeyler görülüyordu. Bunların kivi olduğunu öğrenince bir hayli şaşırdım. Çünkü hayatımda ilk kez bir kivi bitkisi görüyordum. Meğer sarmaşık şeklinde sarılarak büyüyen bir bitki imiş. İncecik bir gövdesi var. Demir direkler arasında uzanan ince teller kivi dalları ile sarılı ve en güzel manzarayı da bu incecik dalların arasından sarkan kiviler oluşturuyor. Meğer Kasım Aralık ayı kivinin hasat mevsimi imiş. Dallar kivilerden kırılacak hale gelmiş. Hemen elimizi uzatıyor ve daldan kopardığımız bir kiviyi yemeye başlıyoruz. Normalde kabuğunun soyularak yenildiğini biliyorum. Ama bu kivi o kadar taze ve lezzetli idi ki kabuk falan arada o hızla yutuluverdi. Sonra bir ikincisi.

Arkadaşımıza teşekkür ederek oradan da ayrılıyoruz. Artık Yalova merkeze takılabiliriz. Çünkü akşama programımız var. Yalova merkezde bizi bir sürpriz daha bekliyor. Vakit bir hayli daralmış. Namazlarımızı kılmak üzere Yalova’da 1999 sonrası yapılmış bir camiye doğru ilerliyoruz. Bu yeni caminin bahçesinde tuğla taş sıralı bir başka cami bize göz kırpıyor. Depremde minaresi yıkılan ve bugün kadın mescidi olarak kullanılan yapıya yaklaşıyor ve yüzümü kapı camına dayayarak içerisindeki kitabeyi okumaya çalışıyorum. Tanıdık bir isimle karşılaşıyorum. Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve Mihrimah Sultan’ın kocası Rüstem Paşa bu. Camiyi de o yaptırmış. Sanki bir akrabam ile karşılaşmış kadar mutluyum. Ne güzel insanlar. Demek Rüstem Paşa buraya da bir cami yaptırmış. İlahi diyorum içimden hayırda yarışmakta bayrağı bu kadar ileriye görürebilmek harika olsa gerek. Hele bunun asıl hayattaki semereleri. Onlara bir kez daha imrenerek yeni yapılan camiye doğru ilerliyorum.

Talha Uğurluel